27.8.09

Ve birgün farkettim ki..

Günler günleri kovaladı ve ben artık insan içine çıkma kararı aldım – aldırıldım – birkaç gün önce. Bir iki bir şey içmeye çıktım en yakın arkadaşımla. Hani bahsetmiştim ya beni benden iyi tanır diye. O işte. İçimden geçenleri benden önce söyler, yorumlar, süsler, örneklendirir, ispat eder ve konuyu kapatır. Tek kelime etmene gerek kalmaz çoğu zaman. Nasıl ki tuvalette falan kendi kendine konuşursun dergi okumuyorsan, onun dışavurumu. O viski içti, ben omzum tutulduğu için kas gevşetici içtim. Yanında da limonlu soda :)
Ağırlıklı olarak ben konuştum geleneklerimizi bozmayarak. Çoğunlukla çok olumsuzdum tıpkı bloguma gelen şikayetlerdeki gibi. Bu aralar böyleyim ne yapayım. Hiç bana uymayacak şekilde yakındım, şikayet ettim, lanet ettim, kendi kendime kavga ettim, hızlı giden arabalar ya da tecavüze uğrayan kediler yüzünden bile kendimi suçladım vs vs.. Kısacası çok sıkıcıydım ve evde kalmalıydım savımı yineledim. Arkadaşım dördüncü viskiye kadar katlandı bu duruma, haklı – haksız olduğum noktaları söyledi sabırlı bir şekilde. Detaylara girdi, başka taraflara çekti konuları. Ama son içkisinde durdu, sustu ve beni karşılıksız bir şekilde sevdiğini söyledi. Tam da sustuğum ve insanları izlediğim bir andı. Dedi ki; annemi, babamı, kardeşlerimi, diğer arkadaşlarımı, hemen herkesi bir karşılığı olduğu için seviyorum. Çok düşündüm ama seni sevmem için ne bir sebep buldum ne de bir karşılık.
Onu yıllardır tanırım, birçok konuda beraber büyüdük. Onu iyi tanıdığımı da biliyorum üstelik. Ara ara böyle laflar eder ama bu kadar çarpıcı (en azından şu zamanda beni çarptı) bir laf ettiğini duymamıştım. Geçen gün yazmıştım ya hani koşulsuz, karşılıksız, ehlileştirmeden falan birini sevebilir misin diye. O geldi aklıma, çünkü ben karşı çıkmıştım bu duruma. Yazdıklarımın çoğu kadın-erkek ilişkileri, aşk meşk üzerineydi ama bir dostluk hikayesi üzerinden düşünmemiştim olayı. O şekilde kurcalamamıştım. Hiçbir şey demedim o gün ona. Ne evet ben de diyip doğruladım, ne de hayır böyle bir şey olmaz olamaz diyip karşı çıktım. Sustum sadece..
İdrak kapasitemin çalışma süreci birkaç günü buldu tabii ki. Ama bu günleri boşa geçirmedi. Herşeyi en baştan aldım ve öncelikle onu neden sevdiğimi düşündüm. Ya da onca insan varken etrafımda neden en yakınım, her şeyi paylaşabildiğim tek insan o dedim kendi kendime. Üstelik hemcinsim bile değil. Hani kızların en yakınları hep kızlar olur ya, ya da tam tersi.
Çünkü onunla her şeyi istediğim kelimeleri kullanarak konuşabiliyorum. Kendimi kısıtlamıyorum ya da kibarlık yapmak zorunda kalmıyorum. İçinde bulunduğum en komik ya da kimi zaman gurur yaptığımızdan içimize attığımız olayları yaşadığımda, ben hemen telefona sarılarak ona anlatıyorum. Yanında ağzım açık uyuyabiliyorum, canım günlerce duş almak istemezse bunu ona söyleyebiliyorum çekinmeden, utanmıyorum ya da yanında ağlamaktan, üzülür mü diye düşünmüyorum onu görmek istemediğimi söylerken, çünkü biliyorum ki o da zamanı gelince bana söyleyecek. Muayyen günlerimi bilmesini, a derken b’yi kast ettiğimi anlamasını, kendime güvenmediğim anlarda ona güvenebileceğimi bilmeyi, en sevdiğim filmi benimle defalarca izlemesini, yan yana iken konuşmak zorunda olmadığımızı bana hissettirmesini ve en soğuk kış gününde bile açık havada oturmasını seviyorum. Ve söylemesem bile onsuz bir hayatın benim için ne kadar zor olacağını bilmesini seviyorum. Ve bunları düşündüğüm zaman, karşılığı sadece yüzümde tebessüm ise ve bunun onun yüzünde de var olduğundan eminsem bence ben de onu karşılıksız seviyorum.
Bu yazıyı şöyle afili bir cümle ile bitirmek isterdim yine ama içimden gelmiyor. Sanki bu sefer gerek yokmuş gibi..

23 yorum:

  1. Gerek kalmamış güzel bitmiş inan, samimi, malt viski tadında tekil, kas gevşetici tadında rahatlatıcı, limonlu soda gibi ferahlatıcı olmuş. Çokta güzel olmuş :)

    YanıtlaSil
  2. ohhhh bana o zaman : ) teşekkürler..

    YanıtlaSil
  3. aslında bu halet-i ruhiye içinde olan bir insana yazılacak bir cümle değil bu ama; 9 yaşından beri bildiğim bir şey varsa o da: "kimse kimseyi 'tam' olarak anlayamaz", anlamya çabalar, dener, yaklaşır vs. ama asla "aynı"sı olmaz.
    öte yandan her insanın hayatında sayısı zaten maksimum 2-3'ü aşmayan bu tarz insan vardır ve olmalıdır da (yoksa iyice çekilmez olurdu yaşamlarımız)
    gelelim benim asıl merak ettiğim bambaşka bir sorguya (sana özel olarak yöneltmiyorum bu soruyu, bu kanımın genel bir hissiyat/fikriyat olduğu düşüncesindeyim) : neden insan en yakını ya da kendini en iyi anladığını (ki buna tam anlamıyla inanmadığımı belirttim)düşündüğünü insanla paylaştıktan sonra, tüm bu duyguları/düşünceleri 3. kişilere, başkalarına aktarma ya da kağıda dökme ihtiyacı duyar? neden bu ifşa/açığa çıkarma/görünür kılma/duyurma vb. ihtiyacı? çoğaltma-paylaşma ya da yakınına-benzerine erişme umudu/arzusu mu? (sadece bu yazı için değil tüm blog ya da yazma edimleri için de sorgulanbilir bu olgu)
    hadi, sait faik kendi durumunu açıklamış :
    "yazmasaydım çıldıracaktım" diye, senin özürün ne ? :)
    "yazmak sağaltır" ' ı kendi kişisel kanaatim olarak da belirteyim bu arada :)
    ps: öylesine :)...

    YanıtlaSil
  4. Sevgili adsız ki ben galiba senin kim olduğunu biliyorum ve ve sana bu blog hikayesini en az 2 defa anlattım..:)Ama sıkılmadan bunalmadan daralmadan bir kez daha anlatmak isterim. Mesele, ben burdayım, duyun beni, benimle ilgilenin , aman da aman benim yazılarım ne kadar da güzel-i- göstermek değil. Blog sitesinin bence facebooktan ya da msn'den bir farkı yok. Çünkü hepsi birer paylaşım sitesidir. Orda farklı şeyler paylaşırsın burada bambaşka şeyler.. Yazılanların çoğu ki kendi adıma söylüyorum kafama takılan, beni rahatsız eden, ya da beni mutlu eden yani duygularıma, hissiyatıma, algıma hitap eden şeyler.. Ve bunları yorumlarına değer verdiğim insanlarla paylaşmak bana olumsuz anlamda bir -ifşa- gibi gelmemektedir. Nedir yani, illa elimizde kahve, etrafımızda garson mu olmalı olmalı bu tarz şeyleri konuşabilmek, paylaşabilmek için?..Sen blog okuyorsun madem, birileri de yazmalı di mi? ;)

    YanıtlaSil
  5. Ayrıca Sayın Adsız, blog okumak sağlığa zararlı etkileri görülmemiş bir zaman eritme biçimidir.
    Belki de gerekliliği sorgulama noktasında çok etkileyici örnekler verilemeyebilir ama gereksizliğine dair tek bir örnek dahi bulunmamaktadır.
    Bu tür durumlarda sorgulamamak bence en basit yol olmakla beraber, koltuk altına kolunu vücudundan, kendini toplumdan ayırmak adına taşınan hiç satılmaz gazeteler, dergiler ve bilimum yayınlar taşıyan okur, arada yazar modundan kurtulmakta makul bir yoldur...
    Bu tür durumlarda otobüse ön kapıdan binilip, arka kapıdan inilmesi gibi yazılı kurallar ile benzeşmeyen saygıya dayalı, sevgiye meyilli yanınıza bir sorun, ne halt etmemeliyim diye. En nihayetine blogdur bu ve kimseye bir şey olmaz… Kaldı ki Lala bunu defalarca kez anlattı sana :)

    YanıtlaSil
  6. öncelikle ben o bahsettiğiniz "adsız" değilim bu 1. :) zira bu durum bir şekilde açıklanmış olsaydı bana, tekrar sormazdım aynı soruyu. sanırım "adsız" lar karıştı :)(benim yüzümden haksız yargılamalara muhatap olan diğer adsız arkadaştan karışıklık nedeni ile gıyabınızda özür dilerim, kusura bakmasın :) ) ayrıca ben burada "ifşa etmek" terimini olumsuz anlamı ile kullanmadım. sadece sorguladım: neden üzerine konuştuğun, düşündüğün ,paylaştığın düşünceleri hissiyatı vb'yi 3. kişilere (daha çok insana)taşımak,(çoğaltmak) anlatmak vs ihtiyacı? ayrıca ben de yazmanın sağaltıcı bir yanı olduğunu, artı sait faik'in cümlesini yorumuma taşıyıp, bir yazmama taraftarı olduğum imajını çizmek istemem. sadece dediğim gibi: senin özrün ne ? :)
    belki ben yazamadığımdan (yazmıyor muyum acaba?) ya da yaz(a)madıklarımı aradığımdan okuyorumdur (blog veya diğer her şeyi)
    ayrıca "kry" arkadaşa: antiblog'cu falan değilim, yazan birileri olduğu sürece okuyan diğerleri her daim olacaktır, ama emin ol asla blog ile kısıtlı kalmamalı insan. yineliyorum: sizin özrünüz ne?

    YanıtlaSil
  7. :) adsız karışıklığı için özür dilemicem.. demek ki bütün adsızlarla sorunlarım var:) ve ifşa mevzusuna gelince, bence bu konuda sende bi problem var cesaret ile alakalı sanırım ki, hala sana "adsız" diyoruz ;)

    YanıtlaSil
  8. Adsız olmaktan da blogsuz ve veya bloglu olmaktan da zarar gelmez.
    Sevgili Lala ve Adsız, yazan yazacağını, okuyan okuyacağını okusun ve dağılsın.
    Adsız canınızla, canı isterse yoran yorumlarınızla, can sıkan bloğumu onurlandırmanızı dilerim... www.hadilanordan.com)
    Okuyup üstüne yorum yaparken, niye yazıyorsuna gelecek cümleler kurma kaygınızı, sizi ve varsa kaynınızı saygıyla selamlıyorum... :)

    YanıtlaSil
  9. "adsız" karışıklığı için özür falan beklemiyorum zaten :) ben, sanıldığım diğer arkadaştan maruz kaldığı değerlendirmeler için özür dilemiştim sadece. hiç bulaşmadığı bir olayda yargısız infaza maruz kaldı bi nevi benim yüzümden, hiç tanımadığım biri :). sorun yok. "ifşa etmek" meselesine gelince belki ben yanlış betimledim belki de kelimenin etimolojik anlamıyla türkçe de algılandığı şekli uygun olmadı burada. sorguladığım olgu: neden mutlak surette "görünür kılınmak" istenmesi duyguların ya da düşüncelerin. ortaklarını ya da benzerlerini mi arıyorlar?
    velhasıl sen de "yazmasan çıldıracak mıydın?".bunun cevabının hayır olduğunu düşünüyorum, o halde elini kaleme ya da klavyenin tuşlarına sürükleyen itki nedir? ve daha önemlisi ekrana düşen satırların ardından değişen nedir? bugününü dünden farklı kılmakta mı? sorular, sorunlar, savrulmalar...
    ama önce ve ısrarla dediğim gibi: bence de "yazmak sağaltır", öte yandan "kimse kimseyi tam olarak anlayamaz." :)
    ps: ısrarla 'öylesine'
    (ve bazen adlandırmaktan ve anlamlandırmaktan kaçınmak daha iyi olabilir)

    kry'a : saygılar karşılıklı (kaynım yok bu arada:) ) sitene henüz okumaksızın yüzeysel bakındım, içimde kanayan ve canımı sıkan bir yanıma yönelen kısmı var sitenin ki bu beni kendimle uğraştırır. şiire (tam irdelemedim ama ya sitede ya yorumlarda yer tutan) almış olduğum mesafe, dönem dönem rastladığım metinler ve olgular nedeni ile ayırdına vardığım fena halde canımı sıkan bir mevzu.ama o civarlarda dolaşırsam neden uğramayayım. tabi mutlak surette 'kurcalayan' yorumlarım ile :)

    YanıtlaSil
  10. Son yazım sana armağan ama sakın üstüne alınma adını sana adadım :)
    Hepimiz adsızız...
    Gel benim benim dükkana...

    http://hadilanordan.com/httpdocs/?p=326

    YanıtlaSil
  11. kry'a :
    sitene geldim (bir ara), son yazını (şimdilik) okudum, mailimi vermek istemediğimden ( zorunlu tutulmalı mı acep diye sor bir daha kendine derim:) zira hayatta kaç blog sapığı tanıdın ve neden senin bloğun olsun ki ? :) ) orada yayımlayamadığım yorumumu lala üzerinden aktarıyorum. lala'cık seni kötü emellerime alet ettiğim için kusura bakma :) :

    tuzak kelime "endolpin", farklı mıyım acaba? :)
    hayatta birtakım klişe sorulara (naber, nasıl gidiyor vb. gibi) cevap olarak sık kullandığım ve memnuniyetimi (asla mutluluğumu değil) ve halimi fazlası ile yansıttığını düşündüğüm bi nevi tılsımlı bir kelimedir "standart" (mecaz yüklenimleri ile). öte yandan her daim ve her durumu karşılar bir "joker" de diyemeyiz ona(ama yine de "standart iyidir"). farklı olmak çabası içerisinde, illa ayrık otu misali çıkıntılık/ayrıksılık yaratma kaygıları yıpratır zaten bünyeyi (zaten iğreti durur üzerinizde, zoraki teyellenmiş misali).
    öte yandan da sürünün bir parçası misali, hep aynı kısır döngü içerisinde, çemberin dışına çıkmaksızın, kendini tekrarlamak mıdır hayat? kelimenin gerçek anlamı ile "standartize olmuş" bir şekilde yaşamak mı? farklı olmak çabasından ziyade, kendini, farkında kılmayı bilinçli bir şekilde tercih eden olmak, sürüden ayrılmak mı olması gereken ? aydınlanırken ayrışmak... kıldan ince kılıçtan keskin bir çizgi üzerinde anla(şıl)ması zor algılamalar.
    durduğun yere ve baktığın noktaya göre değişen, adımlarını uydurması zor -bi nevi eşsiz yapılan çift kişilik- bir dans.
    hele ki gölgeler de düşüyorsa her daim kendinden bağımsız figürlerin üzerine...
    ps: belki de geçerken uğrayan blog okurlarından...

    YanıtlaSil
  12. Sadece şu görüşe katılıyorum. Bu Lala'nın yazısı ile ilgili değil ama çok mahrem olan bazı duyguları (tabii bu da kişinin mahrem olarak adlandırdığı şeye göre değişir) herkese açık bir sitede paylaşmak ne kadar doğrudur. He eğer bu bir kurgu ise herkes öykü olarak okur. Ama öyle olmadığını bilip okumak da insana bunları düşündürtebilir. Tıpkı adını veya kimliğini açıklamayan adsız blog yorumcusu gibi.
    Sait Faik ne demiştir bilmem ama yazmak yani düşüncelerini bir kağıt üzerine dökmek ve onu okumak aslında bir nevi iç dökme yani terapidir. Ama tek başına da yeterli değildir tabii.

    Yazının ana fikrine gelirsek, aslında Lala da kendini bu dostuna sıkıntılarını anlatırken rahatladığını fark ederken bulmuş. Hani biriyle konuşmak sadece çok iyi gelir aslında sorunlar çözülmez. Bu da öyle bir şey işte.

    dostluğunuzun daimi olması dileklerimle...

    YanıtlaSil
  13. Sen gelmez oldun çalıyor fonda, sitemde yorum baktım, adsızdan eser yok.
    Bi bakim dedim lala'nın dükkana, aa ne göriym, gizem insanı (yazının devamında adı gizem olacak olan adsız kişi) e-mailini vermek istememiş:)))
    Sevgili gizem (baş harfi küçük g) gizemine gizem katmana saygım sonsuz ve fakat biraz endolpin diyorum :) Hani lala defalarca anlattı ya sana...
    Şaka bir yana umud ederim burdaki gırgırımızla kimsenin keyfini kaçırmışlığımız olmamıştır.
    İlk fırsatta oturup iki kadeh birşeyler içer tanışırız umarım, gizem maskesiyle gelebilir hem...
    Yolunuzun geçeceği bir yer değil ama olurda Hürriyet'e yakınsanız her aksam beklerim bizim bara...
    Selamlar...

    YanıtlaSil
  14. kry'a : yaa iyice geyiğe taşıyorsun beni.ilk çizdiğimiz imaj ile birebir zıt bir kompozisyon görüntüsü içinde bırakıyorsun. hayır o değil hem kızı, blog olgusunu ve yazma edimini sorguluyor, sorgulatıyor hem de sitesi üzerinden geyik de yaptırtıyorsun dolayısyla kendimle çeliştiriyorsun. gerçi çok renk vermek istemesem de kendimden (ara ara giren kişisel doktrinlerim ve cümlelerim haricinde) gene benden bir özellik : en temel özelliklerimden biridir : "çelişkiler"
    ama gizem mizem işim olmaz. öte yandan dün gece hiç tanımadığım bir erkeğe sırf sana benziyor diye usulca sokulup : "bir blog sahibi misiniz?" diye de sormuş olabilirm :)
    lala'cık kusura bakma iyice geyiğe sardık (ben kry'ın cümlelerinin kurbanıyım :) )
    şümdilik ve de ısrarla "öylesine" budur.

    ps: belki de başkalarının blogu üzerinden iletişime geçenlerden biri...

    ps 2: ki kendisi de sanırım şu ara kutsal topraklardan mı bildiriyor nedir ama hürriyet mi? yolu sevgiden geçenlerle bile bir noktaya kadar ödün verir ortak bir yerde buluşmayı denerim ama (ki onlara da söz vermem):) ertuğrul özkök'e uzak allah'a yakın olmayı yeğlerim :) almayayım almak zorunda da olana da engel teşkil etmiyeyim :)
    belki bir gün diyenler adına...

    YanıtlaSil
  15. Lala'nın mekanında geyik fazla oldu...
    Seni seninle çeliştirmek, noluyo yaa efekti arayan hareketlerimi, o bahsi geçen kişiden öğrendim. :)
    Şirinlerden alıp Gargamel'e geliştiriyoruz aslında teknik bu...
    İçinden geçenlerin sana, bana v.s. nasıl yorumlanabileceğini, senin iyi niyetine terk ederken, soz söze en güzel örnek diye düşündüm de...
    Bende senin için aynılarını dilerim :)))
    Senin adın yok olsun, yok dedikçe burda ol...

    YanıtlaSil
  16. Bende sıkıldım hep yorum, yorum, yorum...
    bıraktım artık bu işleri, gittim çifliğimde çilek ekiyorum... :)

    YanıtlaSil
  17. ben sıkılmam :) sıkılmadığım gibi
    bugün salt hava şartları nedeni ile açıkçası yeni bir yazı daha bekliyordum lala'dan. ama gelmedi :)
    belki de demlenmektedir kim bilir?
    ps:yazılanları umursamaz görünenlere istinaden...

    YanıtlaSil
  18. 1-meteorojinin yazmayla bir ilgisi var mıdır?
    2-eğer varsa,havanın hergün aynı olduğu kuzey veya güney ülkelerinden önemli edebiyatçıların çıkması anormal değil midir?
    3-eğer bu edebiyatçılar normal değillerse,uzaylı mıdırlar?
    5-bu sorulardan dolayı kafan karıştı mı?
    6-eğer karıştıysa özür dilemiyorum.

    7-hiçbirine de cevap vermeni istemiyorum

    YanıtlaSil
  19. insan halet-i ruhiyesinin bahsettiğin edim ile ve bu edimin gerçekleşme anı ile birebir ilgisi vardıır. bkz:hava durumu-ruh durumu birlikteliği :) tüm soruları karşılayan genel bir cevap oldu sanırım
    ps:cevap verilmemesi gereken sorulara inat...

    YanıtlaSil
  20. çok eğlendirdiniz beni :)

    YanıtlaSil
  21. senin de yakın olduğun reklam dünyasında dedikleri gibi:
    " eğlenmek güzeldir "
    :)
    ps:eğlenip de farkına varamayanlara rağmen...

    YanıtlaSil
  22. « O olmazsa yaşayamam
    O olmazsa yaşayamam » demeyeceksin.
    Demeyeceksin işte.
    Yaşarsın çünkü.
    Öyle beylik laflar etmeye gerek yok ki.
    Çok sevmeyeceksin mesela.
    O daha az severse kırılırsın.
    Ve zaten genellikle o daha az sever seni,
    Senin o’nu sevdiğinden.
    Çok sevmezsen, çok acımazsın.
    Çok sahiplenmeyince, çok ait de olmazsın hem.
    Çalıştığın binayı, masanı, telefonunu, kartvizitini…
    Hatta elini ayağını bile çok sahiplenmeyeceksin.
    Senin değillermiş gibi davranacaksın.
    Hem hiçbir şeyin olmazsa, kaybetmekten de korkmazsın.
    Onlarsız da yaşayabilirmişsin gibi davranacaksın.
    Çok eşyan olmayacak mesela evinde.
    Paldır küldür yürüyebileceksin.
    İlle de bir şeyleri sahipleneceksen,
    Çatıların gökyüzüyle birleştiği yerleri sahipleneceksin.
    Gökyüzünü sahipleneceksin,
    Güneşi, ayı, yıldızları…
    Mesela kuzey yıldızı, senin yıldızın olacak.
    “O benim” diyeceksin.
    Mutlaka sana ait olmasını istiyorsan bir şeylerin…
    Mesela gökkuşağı senin olacak.
    İlle de bir şeye ait olacaksan, renklere ait olacaksın.
    Mesela turuncuya, yada pembeye.
    Ya da cennete ait olacaksın.
    Çok sahiplenmeden,
    Çok ait olmadan yaşayacaksın.
    Hem her an avuçlarından kayıp gidecekmiş gibi,
    Hem de hep senin kalacakmış gibi hayat.
    İlişik yaşayacaksın.
    Ucundan tutarak…

    YanıtlaSil