24.9.11

Guess Who?

a) Silgi kullanmadan resim çizme sanatı?
b) Sıkıldığımızda değiştiremediğimiz tek kanallı televizyon?
c) Yaşadıklarımızla henüz öğrenemediklerimizin toplamı?
ç) İçine doldurulanlarla ağırlaşan küfe?
d) İmza atılan boş bir kontrat?
e) Fare-labirent-peynir üçlemesinin süregeldiği fizikötesi mekan?
f) Değişimler silsilesi?
g) Ölüme hazırlık aşaması?
h) Kötü dedikçe kötüye giden meret?
i) Ahiretin demo sürümü?
J) Herkesin başına her şeyin gelebilme ihtimali?
k) Sen başka şeyler planlarken olan şey?
l) En kalın ipliği, en ince iğne deliğinden geçirme çabası?
m) İleriye doğru yaşanan ama geriye doğru anlaşılan zaman dilimi?
n) Bir bok böceğinin rüyası olmasından korkulan periyod?
o) Ezberimizi hep bozacak olan?
p) Zincirleme an tamlaması?
r) Ebenin de sobelenenin de sen olduğu saklambaç oyunu?
s) Maliyetleri karşılamayan iş?
t) Minimum keşke ile bitirilmesi gereken bir optimizasyon problemi?
u) Hücre içi ve hücre dışını yarı-geçirgen bir membranla ayırıp, aktif enerji harcayarak bazı molekülleri içerde, bazılarını da dışarıda tutmaya verilen ad?
v) Yatırdığından fazlasını çekemediğin bir banka hesabı?
y) İnsanın tedavül zamanı?
z) Hepsi. Hayat.

Şimdi bir daha başa dönüp okumalı.

Sonbahar

Dünyaya geldiğimde ilk gördüğüm mevsim yazdı. Ama ben en çok sonbaharı sevdim. İlk okul sıralarıma sonbaharda oturdum ve güneşin yaz tazesi ışıklarının yerini kış kaçkını ışınlara bırakma sürecinde yitirdim yaz aşkımı. Göçmen kuşların, öndekinin kanat seslerinin rüzgarında güneye yönelmişken,eve giren kestane kokusunda karşıladım babamı. Okuduğum şiirlerin sırlarını çözdüm. Trenlerle yolculuk ederken, pencereden akıp giden ağaçlara bakıp zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamanın tadına vardım sonra. Sonbahar, renkli yaz düşlerinin, açık pencereden içeri sızan bahçede oynayan çocuk seslerinin yavaş yavaş tükenmesi ve yerlerini huzurlu bir sessizliğe, hüzünlü bir iç dengesizliğe terk etme mevsimidir. Geri gelen geceler, geceler boyu sessizlikler, naif müzikler, ölümü düşünmeler, aşkı özlemeler demektir. Şehrin gri duvarlarının ardında, yeni sözcükler keşfetmek için yelken direği kırılmış eski tanıdık bir kadırga ile sefere çıkılan bir yolculuğun değişmez hikayesidir sonbahar. Sonla başlayan en güzel şeydir.

23.9.11

Buldum Sizi!

O kadar ihmal ettim ki sizi. Hepiniz ayrı ayrı arkanızı dönmüşsünüz sanki bana. Tam yan yana getiriyorum hepinizi, bir anlam ifade eder gibi yapıyorsunuz, bu sefer de sonunuza koyacak bir işaret bulamıyorum. Hayallerimi yıkmak istiyorum yine üstünüze.. Kendimi inşa ederken tuğlalarım olun diye uğraşıyorum eskisi gibi. Siz benim fikirlerimi asmaya yarayan çengellerimdiniz.
Bakmayın öyle!
Tanıyorum sizi. Bazen kifayetsiz kalıyorsunuz biliyorum. Bazılarınızın da başına öyle şeyler geldi ki, söylenmez oldunuz. Kendinizi suçlamayın ama. Siz kandıransınız, siz kanatlandıran ve siz kanatansınız. Siz içlerinde sonsuzluk barındıran kapsüllersiniz. Ölümcül aşkların ve aynı zamanda en büyük acıların müsebbibisiniz.
Kızmayın bana! Önce siz vardınız biliyorum. Sizden öncesi sessizlik ve yalnızlık. Sizden sonra da devam etti yalnızlık ama siz bir an olsun unutturdunuz yalnızlığı. Siz yalnızlığı anlattınız ve yalnızlığın içinde kayboldunuz. Hem acıyı dindirdiniz hem de onu büyüttünüz.
Siz benim kelimelerimsiniz.. Uzun ve sonu gelmez.. Tek hece, tek harf kelimeler, o'lar, onlar, isimler, sıfatlar, zarflar, mazruflar, bazen anlaşılır, bazen anlaşılmaz, bazen de anlatılmaz yaşanır kelimelerim.. Önceden var olanlarınız vardır, sonradan yok olan kelimelerin yanında, bir de varmış gibi yapıp hiç olmamışlar.. Bazı anlamlara gitmeyen ve bazı anlamlara gelmeyen..
Şu hayatta çok hoyrat kullandım sizi. Düşünmeden sarf ettim, iyi de oldu kötü de.. Güldürdüm, ağlattım, söz verdim, yemin ettim hatta, yaraladım, terk ettim, umut verdim, umut söndürdüm ve yalan söyledim. Bazen yüzümü kızarttınız bazen de sonuna geldiğimde başını unuttuğum cümlelerime alet oldunuz. Hem tüydendiniz hem demirden, ama beni hep dik tuttunuz.
Ama bazen düşünüyorum da keşke bir kullanma kılavuzunuz olsa üzerinizde mimiksiz kullanmayın diye yazan ya da geri al sil tuşunuzu da birlikte verseler. Çünkü siz değil misiniz aynı zamanda yarıda kalmış cümlelerin sebebi? Öncekinin gereksiz tekrarı paragrafların mimarları? Kıyıda köşede kalmış dipnotların sorumluları? Korsan kitapların asıl yazarları? Sizden büyük Allah var ya neyse.

Kalan Sağlar Bizimdir

Her şeyden vazgeçip gitmek bir zayıflık mıdır yoksa bunu yapabilecek güce sahip olabilmek midir?
Bu soru haftalarca kafamı kurcaladı. Her şeyden vazgeçmek nedir ki? Nedenini unuttuğumuz ve keşke ile başlayan cümlelerimizin bizi gece uykumuzda boğması mı yoksa güneşe ihtiyacımız varken bir toplu iğnenin gölgesinin altında ezildiğimizi hissettiğimiz anların hayatımızı ele geçirmesi mi?
Her şeyden vazgeçmek eylemi ilk bakışta olumsuz olarak algılanır. Bütün umudunu yitirdiğin ve çıkış noktasına ulaşamadığın zamanlarda ardın sıra gelen, gölge gibi seni takip eden ve hiç bırakmayan en sadık düşüncedir vazgeçmek bir anlamda. Benliğini, bencilliğini içten içe çökertir. Kendine duyduğun o güven kırıntılarını da alır götürür ve uzattığın elin havada kalmış gibi hissedersin. Nereye olduğuna dair hiçbir fikrin yokken yine de oraya gitmek istersin. Sıkıştığın köşeden seni kurtaracak yerdir orası.
Vazgeçmek, dimağının alamadığı bu koca evrende, adım adım seni sona getiren eylemler dizisinin son halkasıdır aslında. Başından sonuna dek doruklarda aşk vaad eden bir filmin, umulan finalle bitmediğiyle yüzleşmektir ya da en yakınını toprağa ellerinle gömüp, arkanı dönüp gittiğin andır. Hiçlik duygusunun tavan yaptığı buhranlar zincirine düşmüşlüktür. Dünya döner, sen ise en sabit halinle durursun. Yerin yedi kat dibindesindir artık. Hayatınızın sondaj kuyusudur orası.
Peki ya gitmek? Buna karar vermek? Daha büyük bir mutluluk ya da daha büyük bir ego uğruna diğer şeylerden vazgeçerken, o büyük mutluluk veya egoyu seçmektir gitmek dediğimiz. Gitmek için yerini değiştirmene gerek yoktur. Kilometrelere sığınmak gereksizdir. Gitmek sadece bir tercihtir.
Kendi adına seçtiğin her bir vazgeçme tercihiyle evet; vazgeçmek, vazgeçmeyi seçmektir. O halde vazgeçmek, her seçimin ardından gelen trajik çaresizliktir belki de. İntihar eden bir yürek bile, daha fazla acı çekmemeyi tercih etmiştir. İşte bu, her şeyden vazgeçmeyi imkansız kılan o yaman çelişkidir.
Gitmek mi? Yolun kendisi hiçbir şey değiştirmese de insana bir anlık bile olsa yok olmayı öğretir. "Mezarlar vazgeçilmez insanların ölüleriyle doludur" sözünün ne kadar hakiki olduğunu bir de.
Çünkü sen başka şehirlerin başka aynalarında başka kendine bakarken, buradaki aynalarda sen olmayacaksın. Ve sen burada olmadığında, hiçbir şey değişmeyecek. Sen olmadığında o aynalar başka birilerinin yüzünü yansıtacak. Herkesin aslında hiç kimse olduğunu gösterecek. Aslında bu sebepten bile gidebilir insan. O kocaman benliklerimiz, bu değersizliği talim ederek, yolun kendisinin öğrettiğinden daha fazlasını öğrenecektir. Çünkü yokluk, son derece terbiye edicidir. Ve sen nereye gidersen git, sadece seni götüreceksin. Bu şehir senin arkandan gelmeyecek.. O yüzden kalmakta fayda var.