24.5.09

Tümden geldim

Mevsimlerden kiraz, aylardan topaç ve günlerden yeşil.. Her konuşan sen, her gülen ben.. Gülümsemem kızarmış ekmek kokusunda.. Zaman hem baykuş bakışında hem şelale akıntısında.. Her çiçek baharatlı, her gece künefe kıvamında tatlı, bulutlar Şirin Baba'nın yumuşak sakalı, kaderim balonun ucunda bağlı, seni düşünürken gözlerim hep kapalı..
Film izledim rüyamda, güller ve dudaklar karıştı gözyaşlarıma. Adın çıkmıyor ezberimden, sanki intikam alıyorum aynadaki suretimden, ciğerlerim doldu nefesinin şiddetinden..
Dışarıda koparken fırtınalar, içimdeki dinginliğinle eser bana hafif meltemler.. Mutluyum diyorum kendime, sağım solum önüm arkam sobe .. Sınırsız, sabırsız, doyumsuz bu tutku, karanlıkta açılan bir pencere kadar ulu..
Mütemadi sarhoşluğun içinde, asansör boşluğunun en dibinde, işaret parmağımın gösterdiği “sen” yönünde, akrep ve yelkovanın kovalamaca serüveninde, uyudum ellerinde..
Bütün bu kalabalıklar arasında, Moda’nın merdivenlerinden aşağıya, terliklerimle gelsem sana, hayatımızın en büyük depremi olsa...
Kimi zaman susmak gerekli, cümleler bileziğimin düğümünde gizli, kendini bana bırak ey sevgili..

Mevsimlerden topaç, aylardan yeşil ve günlerden kiraz.. Her gülen sen, her konuşan ben.. Ebediyen?..

21.5.09

Koku

Küçücük bir delikten ilk kez çıktığında ve ışık denen o gözleri acıtan karanlığa ulaştığında, süt kokusuna aşık olursun, ilk görüşte hem de.. Yenidir, değişiktir, korkutucudur.. Ayrı kalamazsın, hemen gözlerin dolar. Yabancı kokuları kabul etmez bünyen, gözyaşlarınla kusarsın. Uyuyamazsın, geceleri bağırarak kabuslarla uyanırsın yanından ayrılmasın diye..Herşeyi onunla yapmak istersin, o kokuyla, o süt kokusuyla..
Herşeyi tersyüz eden zaman ilerler ve bir sonraki kokuyla tanışırsın. Baban dışında yanına ilk kez daha güçlü biri oturur. Hergün koşarak gidersin o sıralara.. Tebeşirin elinden düşmez. Her yere onun adını yazarsın, sıralara kazırsın. Gitmesin, bitmesin, yaz tatili gelmesin, haftasonu olmasın istersin. Bacaklarınızın birbirine değdiği ahşap sıraların kokusu gelir burnuna geceleri yastığına akıttığın gözyaşlarında..
Aradan yıllar geçer. Yaz gelir.. Güneşten kavrulan bedenini, soğuk sulara attığın esnada görürsün onu. Kaçamak bakışlar başlar bu sefer. Akşam içkini yudumlarken arar gözlerin, dans ettiği insanlara bakarsın dikkatlice. Ne sabah olmak bilir ne gece.. Sırtını ılık kumlara verip, yıldızları seyredersin.. Bu sefer de dudakların değer birbirine. Kaçınılmaz son.. Sonbaharın serin rüzgarları esmeye başlarken toplarsın valizleri.. Ama aradan yıllar geçse de teninden o güneş yağının kokusu gitmez.. Tuzlu gözyaşların o kokuya karışır...
Dizlerin titreyerek gidersin ilk iş gününde. Masana oturduğunda sana ilk kez bakan o olur. Sabahları asansörde, öğle tatillerinde asansörde, akşamları asansörde alırsın o parfümün kokusunu. İçine işler günler geçtikçe. Daha bir heyecanlı gidersin işine, daha hevesli bitirirsin.. Sabahları daha çok süslenirsin, daha özenli giyinirsin.. Aynada gülümseme provası yaparsın. Ve günün birinde karşılıklı kahvelerini yudumlarken, masanın altından elini tuttuğunda yaptığın bütün provaları unutursun. O kadar içtendir ki zaten gülümsemen, o kadar yakındır ki artık o koku.. Ta ki başka bir şehre gitmek zorunda olana kadar.. Mendilin ıslanır el sallarken.. Kış aylarda parfümünün kokusunun sindiği atkıyla ısınırsın ve geçen zamana ayak uydurursun..
Birgün yolda yürürken çok eski bir arkadaşına rastlarsın.. Tanıdıktır onun kokusu da.. Ama sanki bir farklılık vardır artık.. Bir başka bakarsın bildiğin surete. Anılardan açılır bütün konular, zamanla yeni anılar eklersin hafızana.. Tanıdık koku daha da tanıdığın kokuya dönüşür.. İlerlemiş yaşının olgunluğuyla daha da bağlanırsın.. Gelecek hayaller farklılaşır içinde. Ama gün olur sorun olur, gün olur sesler yükselir, gün olur çatışmalara çözüm bulamazsın.. Ararsın, gerçekten bulmak istersin.. Ama bir kez daha ceketini giyer o tanıdık kokuya veda edersin..

Yanakların sarkana, kamburun çıkana ve ellerinin titrediği güne kadar çarpar kalbin.. Öldüğün güne kadar.. Hepsi birşey öğretir, her gidenin arkasından bir kez bir kez daha olgunlaşırsın.. Elinde değildir bazen.. Kalp çarpıntıların yerini zamanla hüzünlü tebessümler alır. Unutulmaz, ama hayat devam eder.. Anılar biriktirirsin.. Her kokuda aklına birşey gelir. Asansördeki parfümde, kahvene koyduğun sütte, oğlunun ilk okul gününde, annenin mezarının başında, denize bakan bir balkonda..
Kokular unutulmaz.. Sanırım bütün bu mücadele kendi teninin kokusuna en yakın olanı bulmakta gizli.. Çünkü teninin kokusu seni asla bırakmaz, sen onu hiç bırakmazsın.. Gölge gibi, hava gibi, nefes gibi...

10.5.09

Yinebaşlıkbulmaktazorlandım

yinekafamkarıştı
yineuykumyokkenuykusuzkaldım
yinekahveminşekeridibeçöktü
yinesözleribeniderindenvuranşarkılarıdinledim yineyanlışanlaşıldım
yinesaklanmakistedim
yineçoksigaraiçtim
yineköpekhavladı
yineençokbaharısevdiğimianladım
yineuzuncümlelerkurdum
yinefotoğraflaryırttım
yinebiriniaramayıunuttum
yineçokdüşündüm
yineherkesotururkenbenayaktakaldım
yinebelkidekimseuyumuyorsadecebenuyuyorumdiyedüşündüm
yinetırnağımkırıldı
yinekimiözlediğimibilemedim
yinekendimidünyanınmerkezisandım
yinehediyealdım
yinehediyealmayıçoksevdim
yineincelikleryüzündencanımsıkıldı
yinesayısallotooynadım
yinebirdilektuttum
yineyanaklarımıaldırmakistedim
yineçakmağımıkaybettim
yinebaşarılıoldum
yinemeyveyemeyiunuttum
yineayaklarımüşüdü
yineköpekhavladı
yineçişimgeldi
yinedikkatimdağıldı
yineyıldızkaydı
yineheyecanlanıncakekeledim
yinesakallıerkeklerisevdim
yineşapkaalmakistedim
yinerüyamdababamasarıldımsandım
yinetürkfilmizledim
yineaçıkçöpkonteynerininönündengeçemedim
yineyalansöyledim
yineözelgünlerisevmedim
yinesırtımkaşınıncadayakyiyeceğimdiyedüşündüm
yinesabahezanındahuzurbuldum
yineiyisatrançoynayanlarıkıskandım
yinejuliarobertsabenziyorumsandım
yinekendikendimekonuştum
yinebirinitanıdım
yineütüyapmaktannefretettim
yineağızdolusuküfrettim
yineampulpatladı
yineinsanlarkalktı
yineişegitti
yinekazaoldu
yinekalpkrizigeçiriyorumsandım
yinebirileriöldü
yinepikabımıtemizleyipplakkoyamadım
yinesaklambaçoynadım
yinebaileysimitekbuzlaiçtim
yineambulanssesinisevmedim
yinepencereyiaçıkunuttum
yinegündüzdışarıçıkmayısevmeyenlerianladım
yinedoğumgünümübenseçemedim
yinebirkadıntecavüzeuğradı
yinebaşlangıçlardankorktum
yinebağırabağıraağladım
yinetrafiksıkıştı
yinepolislerişçileridövdü
yinekimsesesiniçıkarmadı
yineyanıldım
yinebirbebekdoğdu
yineköpekhavladı
yinebiribenimhakkımdakonuştu
yinesokaklambalarınasinekleryapıştı
yineyazlıklarımçıktı
yineseviştim
yinedolmuşbekledim
yinekirlilerimibiriktirdim
yinebiriktirmeyihepsevdim
yinebuyoldangitmeyibenseçtim
yinepişmanolmadım
yinesevdim
yinebirinikızdırdım
yinecevabıbulamadım
yinesevildim
yineüzdüm
yineüzdümdiyeüzüldüm
yineannelergünündebabamıözledim
yinebüyüdüm
yinegünağardı
yineköpekhavladı.

9.5.09

"Geleneksel" Internet Bağımlısı

İtiraf ediyorum ki bilgisayarım ve internetim olmadan yaşamakta çok zorlanıyorum. Ben internet bağımlısıyım. Bütün ihtiyaçlarımı buradan karşılıyorum. Müzik dinliyorum, film izliyorum, görüşemediğim arkadaşlarımla düzenli bir şekilde konuşuyorum, yurtdışındaki arkadaşlarımı görebiliyorum, sınırsız milyonlarca şey öğreniyorum ve çalışıyorum…
Ama bahsedeceğim şeylerden hiçbiri bunlar değil. Son beş altı seneye yakın bir süredir tartışılan bir konu var. İnternetten birileriyle tanışmak, kaynaşmak, anlaşmak (hangi konuda ben bilemem J) bir insan hayatı için ne kadar doğru, ne kadar tehlikeli veya ne kadar avantajlı ?..
Eskiden çok popüler olan “siberalem” aman efendim ” mırc” gibi sadece arkadaş aramaya yönelik siteler vardı. Sonra iş, “icq” ya ya da “msn” e döndü. Gerçi onların içeriği biraz faklı. Genelde tanıdığın insanları ekliyorsun oralara. Herneyse, şimdi işin kılıfını değiştirdiler. Facebook girdi hayatımıza hem de ne giriş yaptı..
Uzun zamandır görmediğin insanları bulma şansı yakalıyorsun diye lanse edildi öncelikle. Ama aradan zaman geçtikçe onun da boyutu değişti ve insanlar “aynı iş ortamındayız”, “zevklerimiz ne kadar da benziyor” ya da “ne kadar çok ortak arkadaşımız var” diyerek birbiriyle tanışmaya başladı. Siberalem’de tanıştığını utanarak söylediğin zamanlar çok geride kaldı. Artık facebooktan arkadaşım demek hiç şaşırtıcı gelmiyor insanlara. Aşama aşama ilerliyor arkadaşlığın süreci. Önce facebook chat’ten iletişim kurma, ardından “buradan yazışmak zor oluyor msn var mı?” demek ve son olarak sabahlara kadar konuşmanın akabinde gelen telefon vermeler ve buluşmalar… Facebook nedir ya? Neden oradan tanıştığım elin yabanı benim arkadaşım olsun ki?.. Bu kadar mı yalnızız?..
Zaman ilerliyor. Kabul! Herşey değişiyor.. Alışkanlıklar, yaşam kalitesi, DNA’lar, yaşam alanları, insan-mekan ilişkileri ve hatta insan-insan ilişkileri.. Ama bazı kavramlar değişmez. Yıllarını verdiğin, emekle büyüttüğün yeşerttiğin, beraberce anılarını biriktirdiğin, kar yağdığında arkanı rahatça dönüp kendini onun üstüne bırakarak “Güven” oyunu oynadığın bir insana “Arkadaşım” derken, gerçek olup olmadığını bile bilmediğin, hiç dokunmadığın, kokusunu bilmediğin sanal birine nasıl “Arkadaşım” diyebilirsin?..
Ben bazı konularda eski kafalıyım. Kabul ediyorum. Bir gün evlenmek istiyorum. Aile kurmanın önemine inanıyorum. Büyüklerin elinin öpülmediği bir bayram düşünmek bile istemiyorum ya da mümkün olabiliyorsa her akşam aile ile birlikte yemek yemenin kutsallığına inanıyorum. Kimi çevreler tarafından “Bohem “ olarak nitelendirilen hayatımın arkasında durup, aslında belirli kalıpların dışında olmadığının yılmaz savunucusuyum. Evet, internet üzerinden tanıştığım insanlar var hayatımda. Ama bunlar, hayatımda şurada burada diyebileceğim, bir yere koyabileceğim ya da bir sıfatla tanıtabileceğim kişiler değil, olamaz da.. Zaman ne gösterir bilemem ama 13 yaşımdan beri internet kullanıyorum. Binlerce insanla tanıştım, görüştüm, kimi zaman karşılaştım reel hayatta. Ama bugün baktığımda hiçbiri kalmadı.. Herşey bir süreç ve bu süreci biz yaratırız.
Hepsinden birçok şey öğrendim. Bilgi bakımından ya da hayat tecrübesi.. Ama geldiler ve geçtiler.. Geriye dönüp baktığımda, hafızamda yer edenler bembeyaz karın üzerinde beraberce iz bıraktıklarım oldu..

8.5.09

Eksik birşey mi var hayatımda?..

Hani sabah uyandığında, kulağında bir şarkı ile kalkarsın.. Ya akşam dinleyip yatmışsındır ya da yolda yürürken önünden geçtiğin müzik marketten bangır bangır çalıyorlardır. İstiklal caddesine bile laf sokmaya başladım. Durumum hiç iyi değil. Neyse..
Birkaç sabah önce Ezginin Günlüğü’nden bir şarkı ile kalktım.. Ezginin Günlüğü’nü çok severim ama belirli şarkılarını.. Ve bu şarkı ya bir kere ya iki kere dinlediğim birşeydir.. Hemen açtım, kahvemi içerken dinlemeye başladım.. Kulağımda neden yer etmiş ya da neden özellikle o sabah o sözlerle uyandım diye kurcaladım olayı biraz..
Sözler şöyle başlıyor :
“Eksik bir şey mi var hayatımda?”..
Eksik bir şey mi var hayatımda gerçekten?.. Çok konuşsa da dünyalar tatlısı bir annem, 7 aydır küs olsam da varlığı için Allah’a her an dua ettiğim bir ablam, her zaman görüşemesem de güzel dostlarım, istediğim gibi para kazanamasam da severek çalıştığım (herkes benim kadar şanslı değil bu konuda) bir işim, her gün yeni bir şeyler öğrendiğim bir yönetmenim ve geriye dönüp baktığımda biriktirdiğim güzel anılarım var. Ve en önemlisi aynaya baktığım zaman hatalarıyla başa çıkabilen, pişmanlıklarını kabul edip her gün biraz daha olgunlaşan, korkularının üstüne gitmesini alışkanlık edinen, utanmadan "bilmiyorum" diyebilen, kendine bir ölçüde güvenen genç bir kadın görüyorum. Eksik nerede peki?..
Akşama doğru bir haber aldım. Bir arkadaşım kolunu kırmış ve hastanedeymiş. Hemen koşa koşa gittim. Orada bir kızcağız vardı.. Sevgilisi.. O kadar ağlamış ki, gözleri yumuk yumuktu. Hala eli ayağı titriyordu. Önce düşündüm, alt tarafı kırık bir kol var ortada.. Beyin kanaması geçirmemiş ya ne bu panik..
Aradan zaman geçti.. Kızla sohbet etme imkanımız oldu ve dedi ki bana:
“ Kolum acıyor sabahtan beri. Kaldıramıyorum. Doktora göstersem kırık der muhtemelen” dedi ve gülümsedi.
O anda şarkı kafamda bangır bangır çalmaya başladı. Ve sözlerin devamı da oturdu kafamda:
“Terliklerimle gelsem sana, sonunda aşkı bulmuş gibi..”
O andan beri bu şarkının her versiyonunu dinledim. Ve kendimi çok yalnız hissediyorum..
Emeği geçen herkese (Ezginin Günlüğü, Grup Gündoğarken, o sabah beni telefonla uyandıran asistanım Nilay, kolu kırılan dostum ve sevgilisi ve beni hastaneye götüren taksi şoförü) beni bunalıma soktuğu için teşekkürler..

6.5.09

Kendi çocuğumu yediğim gün

Dün gece yoğun biçimde çalışıp, arada msn’den oraya buraya laf yetiştiriyordum. Bir arkadaşım haberleri açmam gerektiğini, çok kötü bir olay gerçekleştiğini söyledi. Hemen televizyonun başına koştum. Büyük bir katliam.. Gece 41, gündüz ise 44 kişinin ölümüne neden olan bir katliam.. Haber kaynaklarına göre olayın terörle alakası yoktu. Köyler ya da aşiretler arası bir anlaşamamazlık sonucu bir düğün evinin basılması ve çoğunu çocukların ve kadınların oluşturduğu bir topluluğun katledilmesi şeklinde yansıdı ekrana.. Olayın detayları, politikacılara, sivil toplum örgütü üyelerine ve halktan vatandaşlara mikrofon uzatılmasıyla sürdürüldü. Ve vatandaşlar olarak da izledik hep beraber televizyondan, gazetelerden de okuduk. Dikkatimi en çok çeken detay, 14 yaşlarında bir kızla olan röportajdı.
Sorulan soru tam olarak şuydu :

“Ailenden birini kaybettin mi?”

Cevap ise çok soğukkanlıca verildi küçük kız tarafından.

“Evet. Annemi, babamı, abimi, en büyük abimi, teyzemi, eniştemi, teyzemin kızını bir de doğmamış kardeşimi..”

Olayın boyutunu o kadar algılayamamış ki kız. Öyle bir şoka girmiş ki; gözlerinde ne bir üzüntü ifadesi var ne bir nefret ne de ağlamaklı bir ifade..
Ben son kelimesiyle beraber gözyaşlarımı tutamadım. Hıçkırarak ağladım gerçekten. Gözümün önüne 99 depreminden sonra kayıpları anlatan sahneler geldi. Empati kurdum ister istemez. Hayatında sahip olduğu her şeyi kaybettiğinin farkında değil o küçük kız şu anda. Kucağında 3-4 yaşlarında bir erkek çocuğu etrafa şaşkın bir şekilde bakarken evden ailesinin cenazeleri çıkıyordu. Ne uğruna demeyeceğim. Çünkü dersem gözlerim yine yaşaracak. Hayatın bir kez daha adil olmadığını gördüm dün gece. Kader deriz, kısmet deriz, böyle yazılmış, öyle olması gerekiyormuş deriz.. Bu, sadece içimizi rahatlatmak, durumu daha kolay kabullenmemizi sağlamak için..Tamamen yalan dolan tamamen kandırmaca..
Hepimiz elimizi vicdanımıza koyalım. Bir ay sonra kim hatırlayacak bu olayı? Ya da bir sene sonra?..
Birkaç sene önce bir film izledim. Hotel Rwanda.. Ruanda’da yaşanan bir içsavaş, içsavaştan da öte iki kabileden birinin diğerinin soykırıma uğratmasını anlatıyordu. Amerikalı bir gazeteci , dünyanın bu duruma gözlerini kapatmış olmasına isyan eder ve Rwanda Oteli’nin barında bir Birleşmiş Milletler görevlisi ile bu konuyu tartışır. Ve adam ona der ki; “Dünyanın her yerinde insanlar bu haberi izleyecekler. Buradaki katliamdan herkesin haberi olacak. Binlerce insanın öldüğünü, işkence gördüğünü, tecavüze maruz kaldıklarını bilecekler. Sonra da kanalı değiştirip akşam yemekte ne var diyecekler..”
Dehşete kapılmıştım bu dialogu duyduğumda. Çünkü tamamen doğruydu. Dün gece o röportajı dinledim, ağladım ve televizyonu kapatıp işimin başına döndüm. Gece de mışıl mışıl uykumu uyudum. Bugün de karşılaştığım birkaç kişiyle ayaküstü sohbet malzemesi yaptım bu konuyu..
İnsan olarak hislerimizi kaybediyoruz bence. Hissizleşmeden de öte duyarsızlaşma yaşıyoruz ciddi anlamda. Bu haberlere alışmış olmak, bazen midemde bir gurultuya ya da boğazımda bir düğüme daha neden oluyor. Kalkalım ayaklanalım bu böyle gitmez bir şeyler yapalım diyemeyecek kadar da korkağım üstelik. Sanırım gerçek anlamda bunu anlayabileceğimiz zaman, kendi çocuğumuzu, kardeşimizi, anamızı, babamızı sofrada akşam yemeğinde kendi tabağımıza koyduğumuz an olacak..

2.5.09

Robotum Larousse

Bir arkadaşımın (arkadaşım da sayılmaz aslında) ismine uygun bir bitki adı arıyordum internette. Neden böyle bir eylem gerçekleştirdim bilmiyorum, sanırım canım sıkılmıştı ve birileriyle uğraşmak istedim. Konu konuyu açtı vs vs.. Neyse sonuçta bitkiler sözlüğüne girdim ve buldum. Hatta kendime de buldum. Bana en çok “Elma” yakıştı kararına vardım.
Sonra bir an düşündüm de eskiden insanlar kütüphaneye giderdi. Ne biliyim ben çok az yakaladım o dönemi. Şimdi de giden gidiyordur elbette ama eskisi kadar yaygın olmadığını hepimiz biliyoruz. En ufak bir şey de google imdadımıza yetişiyor. En basit bir bitki adı için bile ya da bir filmin yönetmeni hakkında bilgiler.. Ve bunun gibi binlerce hatta milyonlarca şey için.. Peki sorarım ki eskiden insanlar daha mı az biliyordu ya da bilimsel ve eğitici kitaplar daha mı çoktu?..
Mesela hatırlıyorum ben, gazeteler ansiklopedi verirdi bilmem kaç kupona ve aylar sürerdi onları biriktirmek.. İnsanlar gerçekten aylarca yılmadan bıkmadan beklerlerdi. Akabinde biten kuponlar için kuyruğa girilir ve ansiklopediler alınıp eve getirilirdi. Ve herkesin evinde mutlaka olurdu onlar.. Temel Britannica, Ana Britannica, Larousse.. Sonra bir dönem de sözlük dağıtıldı. Redhouse serileri..
Geçen sene özel ders veriyordum İngilizce, matematik falan.. Çocuğun kitaplarını inceleyeyim dedim .. şu anda lisede.. Evde hiç ansiklopedi yoktu.. Çok şaşırdım. Hani ben de sürekli ansiklopedi karıştıran bir insan değilim ama ansiklopedi olmayan bir ev daha önce hiç görmemiştim.. Ama elektronik sözlük, bilgisayar (olmaması muhtemel değil) ve turkcell “merak ettiğini sor cevaplayalım” üyeliği vardı. Bunları kınamıyorum elbette. Zaman değişti ve hepimiz bir yerinden buna ayak uyduruyoruz. Cep telefonları, internet bağımlılığı ve akabinde gelen kütüphane yollarını bilmeme.. Elimizin altında internet kolaylığı varken neden kütüphaneye gideyim ki düşüncesi içimize girdi bir kere.. “Cep telefonu yokken nasıl yaşıyormuşuz?” sorusu gibi tıpkı..
Sadece düşüncem şudur ki; bundan sonra ne olacak? Yani bir sonraki aşama nedir.. Bilgisayarlar gidecek ve robotlar mı gelecek? Onlara temel britannica mı yüklenecek? Biz mi yükleyeceğiz? Derdimizi nasıl anlatacağız ona?.. Ne yer ne içer bu robot, Türkçe konuşabilir mi, adıma uygun bitki ismi bulur mu bana??..Çok tedirginim.