tag:blogger.com,1999:blog-43845225689626961622024-02-20T15:37:23.437+02:00Lala GastesiNereden bakarsan bak, yine ben.. en az benim kadarLalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.comBlogger51125tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-4990324806045624782011-10-20T13:42:00.001+03:002011-10-21T00:35:12.758+03:00N'olurZaman. Aynı değil tarihinden başka. Gerçeklikler alemine davet edilme zamanı şimdi.<br />
Olan biten herşeyle beraber, yaşadığım, yaşamadığım ve algıladığım, yolunu izlediğim arkandan. Bu tarihte tekrar aşağıya iniyorum o derin kuyudan.<br />
İsmini bilmediğim kitaplar okumuşum ve yerini bilmediğim topraklarda sürmüşüm kraliyetinin izini. Gerçek çarptı suratıma, kırbaçladı beni. Elimde tutarken benim diyerek sarıldığım hiçbir şey benim değilmiş yine. <br />
Nazım Hikmet yazdı Can Yücel yazdı ben okudum ve sarıya bıraktım herşeyi.<br />
Saklanacak yer olmadı hiçbir zaman. Duramadım, susamadım çoğu zaman ve apaçık ortadayım yine. Nehirler ve denizler taşıyor içimde hiç olmadığı kadar hem de. <br />
Susturuyor beni hep aynı anlarda, aynı günlerde. Seçilmişlik hissi, ama en fazla senin kadar buradayım ve en az senin kadar orada. Yetmek için köklerime.<br />
Orada olmayı değil de burada olmanı diledim hep.<br />
Keşkelerimin üzeri küflü. Vicdanım boğazıma sarılıyor. Yine de umudum ayakta hep, vazgeçmeyi düşünmedim ki hiç. Herşeye rağmen diyorum kalkanlarımın arkasından hayata<br />
ne kadar yüksek çıkıyor sesim ve ne kadar çıkamıyor.<br />
Fark ettim ki hep kendim için söylüyorum. Hayat bana bunu yaptırdı vedasız yokoluşunun ardından ve öğrendiğim en iyi şey olduğunu düşünürken ben, zamanı geldi yine ve bağıra çağıra. Ne küstahlık!<br />
Gidişinle hıçkırırken aslında kendime ağlıyordum. Ne bencillik!<br />
Her şeye rağmen, didiklediğim hatalarımla buradayım. Kapıyı aralık bırak n'olur.<br />
Ellerinin dokunduğu herşeyi hatırlıyorum ben. Unuttuklarım senin dokunamadıkların.<br />
İzin ver bana ki, aklımın uykusu artık canavarlar yaratmasın baba.Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-76808877582266566232011-09-24T02:04:00.000+03:002011-09-24T02:04:15.615+03:00Guess Who?a) Silgi kullanmadan resim çizme sanatı?<br />
b) Sıkıldığımızda değiştiremediğimiz tek kanallı televizyon?<br />
c) Yaşadıklarımızla henüz öğrenemediklerimizin toplamı?<br />
ç) İçine doldurulanlarla ağırlaşan küfe?<br />
d) İmza atılan boş bir kontrat?<br />
e) Fare-labirent-peynir üçlemesinin süregeldiği fizikötesi mekan?<br />
f) Değişimler silsilesi?<br />
g) Ölüme hazırlık aşaması?<br />
h) Kötü dedikçe kötüye giden meret?<br />
i) Ahiretin demo sürümü?<br />
J) Herkesin başına her şeyin gelebilme ihtimali?<br />
k) Sen başka şeyler planlarken olan şey?<br />
l) En kalın ipliği, en ince iğne deliğinden geçirme çabası?<br />
m) İleriye doğru yaşanan ama geriye doğru anlaşılan zaman dilimi?<br />
n) Bir bok böceğinin rüyası olmasından korkulan periyod?<br />
o) Ezberimizi hep bozacak olan?<br />
p) Zincirleme an tamlaması?<br />
r) Ebenin de sobelenenin de sen olduğu saklambaç oyunu?<br />
s) Maliyetleri karşılamayan iş?<br />
t) Minimum keşke ile bitirilmesi gereken bir optimizasyon problemi?<br />
u) Hücre içi ve hücre dışını yarı-geçirgen bir membranla ayırıp, aktif enerji harcayarak bazı molekülleri içerde, bazılarını da dışarıda tutmaya verilen ad?<br />
v) Yatırdığından fazlasını çekemediğin bir banka hesabı?<br />
y) İnsanın tedavül zamanı?<br />
z) Hepsi. Hayat. <br />
<br />
Şimdi bir daha başa dönüp okumalı.Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-37669082627523743452011-09-24T01:03:00.001+03:002011-09-24T01:03:02.134+03:00SonbaharDünyaya geldiğimde ilk gördüğüm mevsim yazdı. Ama ben en çok sonbaharı sevdim. İlk okul sıralarıma sonbaharda oturdum ve güneşin yaz tazesi ışıklarının yerini kış kaçkını ışınlara bırakma sürecinde yitirdim yaz aşkımı. Göçmen kuşların, öndekinin kanat seslerinin rüzgarında güneye yönelmişken,eve giren kestane kokusunda karşıladım babamı. Okuduğum şiirlerin sırlarını çözdüm. Trenlerle yolculuk ederken, pencereden akıp giden ağaçlara bakıp zamanın ne kadar hızlı geçtiğini anlamanın tadına vardım sonra. Sonbahar, renkli yaz düşlerinin, açık pencereden içeri sızan bahçede oynayan çocuk seslerinin yavaş yavaş tükenmesi ve yerlerini huzurlu bir sessizliğe, hüzünlü bir iç dengesizliğe terk etme mevsimidir. Geri gelen geceler, geceler boyu sessizlikler, naif müzikler, ölümü düşünmeler, aşkı özlemeler demektir. Şehrin gri duvarlarının ardında, yeni sözcükler keşfetmek için yelken direği kırılmış eski tanıdık bir kadırga ile sefere çıkılan bir yolculuğun değişmez hikayesidir sonbahar. Sonla başlayan en güzel şeydir.Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-9311143340546187722011-09-23T02:45:00.000+03:002011-09-23T02:45:47.164+03:00Buldum Sizi!O kadar ihmal ettim ki sizi. Hepiniz ayrı ayrı arkanızı dönmüşsünüz sanki bana. Tam yan yana getiriyorum hepinizi, bir anlam ifade eder gibi yapıyorsunuz, bu sefer de sonunuza koyacak bir işaret bulamıyorum. Hayallerimi yıkmak istiyorum yine üstünüze.. Kendimi inşa ederken tuğlalarım olun diye uğraşıyorum eskisi gibi. Siz benim fikirlerimi asmaya yarayan çengellerimdiniz. <br />
Bakmayın öyle! <br />
Tanıyorum sizi. Bazen kifayetsiz kalıyorsunuz biliyorum. Bazılarınızın da başına öyle şeyler geldi ki, söylenmez oldunuz. Kendinizi suçlamayın ama. Siz kandıransınız, siz kanatlandıran ve siz kanatansınız. Siz içlerinde sonsuzluk barındıran kapsüllersiniz. Ölümcül aşkların ve aynı zamanda en büyük acıların müsebbibisiniz. <br />
Kızmayın bana! Önce siz vardınız biliyorum. Sizden öncesi sessizlik ve yalnızlık. Sizden sonra da devam etti yalnızlık ama siz bir an olsun unutturdunuz yalnızlığı. Siz yalnızlığı anlattınız ve yalnızlığın içinde kayboldunuz. Hem acıyı dindirdiniz hem de onu büyüttünüz. <br />
Siz benim kelimelerimsiniz.. Uzun ve sonu gelmez.. Tek hece, tek harf kelimeler, o'lar, onlar, isimler, sıfatlar, zarflar, mazruflar, bazen anlaşılır, bazen anlaşılmaz, bazen de anlatılmaz yaşanır kelimelerim.. Önceden var olanlarınız vardır, sonradan yok olan kelimelerin yanında, bir de varmış gibi yapıp hiç olmamışlar.. Bazı anlamlara gitmeyen ve bazı anlamlara gelmeyen..<br />
Şu hayatta çok hoyrat kullandım sizi. Düşünmeden sarf ettim, iyi de oldu kötü de.. Güldürdüm, ağlattım, söz verdim, yemin ettim hatta, yaraladım, terk ettim, umut verdim, umut söndürdüm ve yalan söyledim. Bazen yüzümü kızarttınız bazen de sonuna geldiğimde başını unuttuğum cümlelerime alet oldunuz. Hem tüydendiniz hem demirden, ama beni hep dik tuttunuz. <br />
Ama bazen düşünüyorum da keşke bir kullanma kılavuzunuz olsa üzerinizde mimiksiz kullanmayın diye yazan ya da geri al sil tuşunuzu da birlikte verseler. Çünkü siz değil misiniz aynı zamanda yarıda kalmış cümlelerin sebebi? Öncekinin gereksiz tekrarı paragrafların mimarları? Kıyıda köşede kalmış dipnotların sorumluları? Korsan kitapların asıl yazarları? Sizden büyük Allah var ya neyse.Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-75854250492899072012011-09-23T00:29:00.000+03:002011-09-23T00:29:07.057+03:00Kalan Sağlar BizimdirHer şeyden vazgeçip gitmek bir zayıflık mıdır yoksa bunu yapabilecek güce sahip olabilmek midir? <br />
Bu soru haftalarca kafamı kurcaladı. Her şeyden vazgeçmek nedir ki? Nedenini unuttuğumuz ve keşke ile başlayan cümlelerimizin bizi gece uykumuzda boğması mı yoksa güneşe ihtiyacımız varken bir toplu iğnenin gölgesinin altında ezildiğimizi hissettiğimiz anların hayatımızı ele geçirmesi mi? <br />
Her şeyden vazgeçmek eylemi ilk bakışta olumsuz olarak algılanır. Bütün umudunu yitirdiğin ve çıkış noktasına ulaşamadığın zamanlarda ardın sıra gelen, gölge gibi seni takip eden ve hiç bırakmayan en sadık düşüncedir vazgeçmek bir anlamda. Benliğini, bencilliğini içten içe çökertir. Kendine duyduğun o güven kırıntılarını da alır götürür ve uzattığın elin havada kalmış gibi hissedersin. Nereye olduğuna dair hiçbir fikrin yokken yine de oraya gitmek istersin. Sıkıştığın köşeden seni kurtaracak yerdir orası. <br />
Vazgeçmek, dimağının alamadığı bu koca evrende, adım adım seni sona getiren eylemler dizisinin son halkasıdır aslında. Başından sonuna dek doruklarda aşk vaad eden bir filmin, umulan finalle bitmediğiyle yüzleşmektir ya da en yakınını toprağa ellerinle gömüp, arkanı dönüp gittiğin andır. Hiçlik duygusunun tavan yaptığı buhranlar zincirine düşmüşlüktür. Dünya döner, sen ise en sabit halinle durursun. Yerin yedi kat dibindesindir artık. Hayatınızın sondaj kuyusudur orası. <br />
Peki ya gitmek? Buna karar vermek? Daha büyük bir mutluluk ya da daha büyük bir ego uğruna diğer şeylerden vazgeçerken, o büyük mutluluk veya egoyu seçmektir gitmek dediğimiz. Gitmek için yerini değiştirmene gerek yoktur. Kilometrelere sığınmak gereksizdir. Gitmek sadece bir tercihtir. <br />
Kendi adına seçtiğin her bir vazgeçme tercihiyle evet; vazgeçmek, vazgeçmeyi seçmektir. O halde vazgeçmek, her seçimin ardından gelen trajik çaresizliktir belki de. İntihar eden bir yürek bile, daha fazla acı çekmemeyi tercih etmiştir. İşte bu, her şeyden vazgeçmeyi imkansız kılan o yaman çelişkidir. <br />
Gitmek mi? Yolun kendisi hiçbir şey değiştirmese de insana bir anlık bile olsa yok olmayı öğretir. "Mezarlar vazgeçilmez insanların ölüleriyle doludur" sözünün ne kadar hakiki olduğunu bir de. <br />
Çünkü sen başka şehirlerin başka aynalarında başka kendine bakarken, buradaki aynalarda sen olmayacaksın. Ve sen burada olmadığında, hiçbir şey değişmeyecek. Sen olmadığında o aynalar başka birilerinin yüzünü yansıtacak. Herkesin aslında hiç kimse olduğunu gösterecek. Aslında bu sebepten bile gidebilir insan. O kocaman benliklerimiz, bu değersizliği talim ederek, yolun kendisinin öğrettiğinden daha fazlasını öğrenecektir. Çünkü yokluk, son derece terbiye edicidir. Ve sen nereye gidersen git, sadece seni götüreceksin. Bu şehir senin arkandan gelmeyecek.. O yüzden kalmakta fayda var.Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-59028731972957413262010-11-25T02:20:00.002+02:002010-11-25T02:20:55.711+02:00Kırmızı Kapılı Evde Yaşayan Adama..Bir kadın yalnız kalırsa ağlar, yemek yer, kedi besler, buzdolabını temizler, yürüyüş yapar ve zaman içinde toparlar. Ama bir adam yalnız kalırsa hastalanır. Başı zonklar, ne son günlere ne eskiye dayanan hiçbir şeyi hatırlamak istemez. Neye dokunsa canı acır, çünkü bütün güneş batımlarının içine garip bir nem kokusu siner, fi tarihinde okuduğu kitaplardan başını döndüren, midesine sancılar sokan cümleler dolaşır diline. Sonrasında hiç bir yere tutunamaz, kaybeden edebiyatı yapıyor terbiyesiz demesinler diye sustukça daha çok başı döner ve kendi kendisiyle konuşurken bulur ona da yabancı bir benliği. Kusmak ister, çünkü şehre uzaktan uzaktan bakmak artık eskisi gibi şiirsel ve felsefi laflar söyletmez ona..<br />
Adamın yalnızlığı gök gürletir, yağmur olur yağar. Ve her yağmur damlasında kalabalıklaşır. Etrafında insanlar birikir. Şaşkın bakışlarını yalnızlığın yağmurunu yağdıran adama çevirirler. Bilge sözler beklerler ondan. Yedi iklim dört kıtadan duyanlar gelir ve hikmet ararlar yalnızlığı yağdıran adamda. Çoğaldıkça çoğalırlar ve yine yalnız kalabalıkları oluştururlar..<br />
Öyle hastalıklı kalabalıklar içinde boğuluyoruz ki, artık “yalnızlık” kelimesinin anlamı bile kayboluyor. Sözlük anlamı, kendisine yabancılaşıyor. İnsanoğlu, bulutların da üzerine yükselmiş, ardından ayağı yere basan insansı kalabalığın şaşkın bakışları arasında önce ozona direnmiş. Sonra yaşanası bu dünyanın çekimine, ama yükseldikçe kaybolmuş. Hayal gücü biraz daha güçlü olanlar onu aya kadar takip edebilmiş. Sonrası malum, tarih olmuş..<br />
Aslında biraz yalnızlık kimsenin zararına değildir. Biraz yalnızlık insana kendini gösterir. Değerlerini sorgulattırır. Dostlarını gözden geçirtir. Yetişemediklerini hatırlatır. Zamanı ziyan ettirenleri elekten geçirtir. <br />
Yalnızlık her ademin elzemidir hayatta. Annem küçükken ''her şeyin fazlası zarardır'' derdi. Karpuzu çok yediğimde de, çikolataları lüp lüp götürdüğümde de, aşkı en derinde yaşadığımda da unutmuştum bu lafı. O kadar tatlıydı, o kadar güzeldi ki; geleceğin götüreceklerini kulak ardı ettim. Sonrası da kişisel tarih işte...Yalnızlık gibi. Nezleden kimse ölmez. Yeter ki kansere çevirme.<br />
Bu yazı biterken de Joan Baez’den Amazing Grace çalıyor. Ama bu ağıttır demeyin, birazcık içime dokunuyor o kadar..Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-20533615708626461712010-11-25T00:08:00.001+02:002010-11-25T00:14:39.001+02:00Özrüm mü kabahatimden beter olan yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar?Kimileri insanın kendisiyle konuşmaya başlamasını şizofreniye ilk adım olarak adlandırabilir. Ancak bu konuşmalar her zaman yüksek sesle yapılmaz. Herkesin iç sesi, yaşam mekanizmasıyla doğru orantılı biçimde çok, az, uyuşuk, lanetli ya da küskün olabilir. Ama inanıyorum ki hiç kimsenin kendisiyle konuşmadığı hiçbir an yoktur. Bu ölünceye dek de böylece sürer gider. <br />
İç sesimiz vardır, çünkü kimi zaman ondan fikir alırız ya da ona akıl veririz. Bazen susturmaya çalışırız, bazen de durdurmaya. İç sesime, dış sesimden daha ağırlık verdim ben.O, bizim gerçeğimiz sanırım, kaçamadığımız, kurtulamadığımız ama aslında özünde onsuz yapamadığımız duygularımızın, gerçekliğimizin ta kendisi.<br />
Ben blogumu ihmal ettim uzunca bir süredir. Çünkü dış sesimin o kadar çok konuşmaya, kavga etmeye, mücadeleye, susmamaya ve susturulmamaya ihtiyacı varmış ki; içimden geçen sesi hiç konuşturmadım. Duygularım gibi onu da bastırdım. Belki biraz da ona ihanet ettim ve o yokken birçok yanlış yaptım, yine birçok kez akıllandım ve bugün onu yine dinlemeye başladım. Başlamaya karar verdim. Çünkü onsuz yaşamak istemediğimi anladım ve böylelikle bloguma da geri döndüm. <br />
Bu yazım, tamamen duygularımı, saçmalıklarımı, yaratabildiğim ya da fark edebildiğim kadarıyla benliği yansıttığım bu sayfaya bir özür yazısıdır. Dolayısıyla kendime..Çünkü insan önce kendisine yaptıkları ve kendisine yaptırılmasına izin verdikleri için kendinden özür dilemelidir. <br />
Özür dilemek bana çoğu zaman çok boş geliyor aslında. Çünkü ortada bir hata varsa birine ya da bir şeye karşı mutlaka bilinçli yapılmıştır ya da bilinçli söylenmiştir. Ama o kadar çok bahanenin altına sığınırız ki; çok içmiştim, uykuluydum, çok yorgundum, başka bir şeye kızmıştım.. Böyle zamanlarda özür dilemenin anlamı yoktur. Yürekli olmak lazım bu hayatta. Kabul etmek lazım. Böylece kendine ve karşındakine olan saygını da korumuş olursun. <br />
Ben, uzun zamandır kendimi dinlemiyorum. Hani derler ya bir yerin ağrıdığında kendini dinleme o zaman ağrını hissetmezsin diye.. Bir şeylerin üzerine düşünmediğin ve detayları kurcalamadığın zamanlarda ruhen ve hatta fiziken daha rahat oluyormuşsun gibi geliyor insana. Ancak zaman içinde her şey öylesine birikiyor ki, ve öylesine içinden çıkılmaz bir hal alıyor ki.. Hani bir yerini kesersin de küçücüktür, gözle bile görülmezken gün içinde sürekli zonklar ve o anlarda hatırlarsın kestiğin parmağını ve kesme anını. <br />
Evet kendime bir özür borcum var. Duygularımı dinlemediğim için, ya da kulak asmadığım, görmezden geldiğim için. Kendimi önemsemediğimden dolayı bir sürü kalp kırdığım için. Ve en önemlisi olmam gereken yerde olmayıp, kafamın derinliklerinde kaybolduğum için. Beni ben yapan ruhumu makina sandığım bedenimde başıboş dolaştırıp, en önemlisi kalbimi unutup ama sonunda sadece kuş beyinli olduğumu anladığım için. <br />
Kendimdeyim, benimleyim işte. Yazıyorum, çiziyorum. Bir çırpıda dinliyorum içimi ve bir solukta dökülüyor kelimelerim kolayca. Yazımın başında özür dileyeceğim dedim ya dilemeyeceğim. Ben o klişelerdenim. Bundan da ders alıp, -yine unutacağım ama- özür dilemeyeceğim. Bilerek terk ettim kendimi ve pişman olup geri döndüm. Belki yine giderim, işte bu yüzden özür dilemeyeceğim ne kendimden ne de başkalarından. Çünkü yine yapacağım, yine canımı acıtacağım ve yine geri döneceğim. Tıpkı size yaptığım gibi. Bir gün..Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-56349839680768534772010-08-23T03:29:00.001+03:002010-08-23T03:29:37.218+03:00İşte Kapı İşte SapıAvrupa filmlerini hiçbir şeye değişmem. Bir Alman filmi izledim, vizyonda şu anda. Adı “Kapı”.. Hikaye ne çok yabancı, ne de çok klişe. Daha doğrusu konuya bakış açısı farklı olmuş yönetmenin ya da senaristin her neyse. Ben burada life style kitap, film, sanat galerisi eleştirileri yapmam.. Filmin konusu düşünmeye zorladı beni sadece. Hayatımın en iyi dönemini yaşamıyorum belki ama intiharın eşiğinde de değilim. Daha iyi ve daha kötü zamanlarım oldu. İkisine de aşinayım. Şöyle ki; filmde hayatının en büyük hatasını yapıp, ölümle burun buruna yaşayan, her şeyden vazgeçmiş bir tip var. İşte bir gün kader onu bir kapıya götürüyor, oradan geçiyor bir de bakıyor ki 5 yıl öncesine geri dönmüş. Yaptığı tüm hatalar silinmiş, mutlu mesut bir hayatı var. Sonra da başı b.ktan kurtulmuyor <br />Diyeceğim odur ki; hani ne kadar bilseniz de aynı şey asla olmayacak, insan yine de empati kuruyor işte. Geçer miydim o kapıdan ya da geçsem neleri yapardım mutlaka, neleri es geçerdim, hangi tavuğa kışt derdim?<br />Ne bileyim, düşünüyorum da herhalde bir şansım daha olsa daha çok hata yapardım. Bu kadar kusursuz, mükemmel olmaya çalışmazdım, çünkü o zaman eminim ki daha az hataya neden olurdum. Belki sorunlarım daha gerçekçi olurdu, hayali problemler yaratmazdım. Kimi zaman kalk gidelim diyenle düşünmeden giderdim, gidemem çünkü düşünürsem. Benim düşündüğümle, söylemek istediğimle, söylediğimle ya da söylediğimi sandığım şeylerle; karşımdakinin duyduğunun, duymak istediğinin, anladığının ya da anlamak istediğinin farklı olduğuna daha çok anlam yüklerdim. Zorlamazdım. Ayağımı ayakkabı vurdu diye gittiğim yepyeni yolları, tanıdığım yepyeni yüzleri bir kalemde silip atmazdım. <br />Yollara dökülürdüm, daha çok gülerdim, güneşin tadını çıkarırdım, mutlu anlarımı çoğaltır, gözyaşlarımı azaltmak için her şeyi yapardım, ailemle daha çok vakit geçirirdim vs vs. zırvalıklarına girmeyeceğim. Onları da bundan para kazanan yeni yetme yazarlar yazsın. <br />Ama bir gerçek var ki; bu yazıyı asla yazmazdım.Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-90183512987230673732010-06-23T23:01:00.000+03:002010-06-23T23:02:09.227+03:00Sismik DenemeHani ’99’da büyük deprem olduğunda deprem dedemiz Işıkara demişti ya, kapının önünde içinde her türlü ihtiyacınızı karşılayacak şeylerin bulunduğu bir bavul bulundurun diye.. Deprem sadece yerkabuğunun içindeki kırılmalarla ortaya çıkan titreşimler değildir bir insan hayatında, olmamalıdır da.. Evet bavulları, çantaları hep toplu durmalı insanın kapının önünde.. Çünkü dayanışma, çünkü güven sismik dalgaların çok ötesinde değil. Hemen yanı başında.<br />İhanetlere, terk edilmelere, bir başına bırakılmalara hazırlıklı olmalı insan. Yalnızlığa tıpkı 30 senelik kocana alıştığın gibi alışmalı.. Caddeler dolusu ıssızlıkla baş başa yaşamayı bilmeli ve masaya tek tabak koymayı ve o tabağa da az yemek koymayı. Sabah gözünü açar açmaz "Yalnızlık paylaşılmaz/ Paylaşılsa yalnızlık olmaz" dizelerini geçirmeli aklından. Kahvaltısını ederken televizyonda bireysel terörü izlemeli. Bireysel ölümleri, bireysel kayıpları.. Toplumsal sessizliğe inanmalı, cevapsızlığa ısınmalı.. Sessizliğin, haksızlığa alkış olduğunu bilerek...<br />İnsanı ayakta tutan haklı olmanın hafifliği, gururudur.. İşte bu yüzden geceden kalma şiş gözlerine, sabah aynada onurla bakmalı insan. Kendiyle hesaplaşmalı ve kendiyle hüzünlenip kendiyle eğlenmeli. Her an ayağa kalkıp gidebilecek kadar cesur, gittiği için pişman olmayacak kadar mağrur ve hep kalıp savaşacakmışçasına gözü pek olmalı yalnız insanın..<br />Çünkü ancak o zaman sessizliğin kopan fırtınalardan daha etkili olduğunu görür.<br />Bavul olmasa bile bir küçük sırt çantası da yeter. Korkulu bakmamalı yollara ve alışmalı yalnızlığa..Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-34725716914766565442010-06-23T22:33:00.001+03:002010-06-23T22:35:41.852+03:00Felluce'yim ben!Felluce'yim ben...<br />Yıkık, harap, mağrur ve asi...<br />Medeniyet denilen arsız yalanın tekzibi...<br />İşgale uğradım, yağmalandım, kana bulandım.<br />Evlatlarım ceset ceset yatar caddelerimde...<br />...dünyanın gözleri önünde...<br />Sofrasında yer aradığınız bir ziyafetin zor lokmasıyım.<br />Barbarların istilası karşısında Şark'ın nefs - i müdafaasıyım.<br /><br />Bayramdı.<br />Çatışma vardı.<br />Cuma sabahı camide vuruldum.<br />Yerde can çekişirken bulundum.<br />Yaradan'ın evinde, Yok - eden vardı o gün...<br />Aradıklarını söyledikleri kitle - sel imha silahlarıyla geldiler.<br />Kafama nişan alıp, beynimi deldiler.<br />Dağıldı kafam, parçalandı yüzüm.<br />Kızıla kesti dayandığım duvar;<br />Kendi kanıma gömüldüm. <br /><br />Tanırsınız beni...<br />Vietnam'da beynine kurşun sıkılan da bendim;<br />Filistin'de taşlarla kolu bacağı kırılan da...<br />İzmir'de ilk kurşunu atan da...<br />Hepsinde suçum aynıydı:<br />İşgalciye karşı ülkemi savunuyordum.<br />Ve kanlar içinde yattığım yerden dünyaya, unuttuğu bir yemini, "isyan"ı<br />hatırlatıyordum.<br /> <br />Fakat ne mümkün!<br />Katilim, benden çok önce dağıtmış dünyanın beynini...<br />Kara bir perde inmiş Ademoğullarının gözüne...<br />Görmüyor, duymuyor, ses vermiyor.<br />Susuyor riyakarca...<br />Aslan tarafından parçalanan avın artığına göz dikmiş sırtlanların iştahıyla...<br />...susuyor, katliama ortak olma pahasına...<br /> <br />Şimdi yalanlar söyleyecekler sana...<br />"Özgürlük götürdük, onun için öldürdük" diyecekler.<br />Bir tek yüzüm var, bunun karşısına koyabilecek.<br />Bu darmadağın, bu delik deşik, bu kanlı yüz, feneri olsun kör gözlerinizin...<br />Felluce adını, zulmün defterine yazın.<br />Ve asla unutmayın.<br />Dönerim bir gün; mazlumun ahı gibi çıkar gelirim.<br />İsyanlarla, sandıklarla... olmazsa, belime sarılmış bombalar, cephane yüklü<br />kamyonlarla...<br />"Terörist" diye işitirsiniz manşetlerde adımı yine; büyüğüne tapar, küçüğünü lanetlersiniz.<br />Suçlunun savcı, mazlumun sanık olduğu bu sefil mahkemede, adım adım faşizme gidersiniz.<br /><br />Ödersiniz bedelini sükutunuzun...<br />Bir gün pişman olursunuz.<br />İşte o gün hatırlayın beni:<br />Ben, Felluce'yim.<br /><br />21. asrın kabristanı, insanlığın son kalesiyim.<br /><br />C.DLalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-996595893523786672010-05-19T16:25:00.000+03:002010-05-19T16:26:08.982+03:00Simit - AyranBen olduğum gibi duruyordum, herhangi bir gündü, herhangi bir ayın herhangi bir günüydü. Gördüğüm ilgili yüzlere aşık olmaca oynamaktan zevk alan biriydim, değişen bir şey olmadı seni gördüm, oyuna devam ettim. <br />Ben olduğum gibi duruyordum, herhangi bir gündü, herhangi bir günde herhangi bir yerde herhangi biri gibiydim bir an sonra yanıma geldin. Elimi tuttun, biz biraz güzel olduk. Gene de pek farkın yoktu ya çok ısrarcıydın. <br />Kaldın,<br />Konuştuk<br />Bakıştık<br />Ben uyudum <br />Sen ağladın. <br />Zaman kısaydı, çerçevelere sığamayacak birkaç güzel fotoğrafımız ve fazlası değil can yakacak kadar anımız oldu.<br />Gittin<br />Konuştuk<br />Bakıştık<br />Sen uyudun <br />Ben ağladım. <br />Günler takvimsizdi, saatler bir sarmalın ucuna asılmış hep aynı dönüyordu. Cebimde sakladığım simit ayran üstü para, parmaklarımın arasında soğukluğuyla dönerken sordum; kaç kere terk edilebilirdi insan?<br />İp atlıyordum, mini mini birler çalışkan ikiler sesler uzaklaşırken gökyüzünde gördüğüm o karakuş sürüsü, içim ürperdi ya nedenini bilemedim. Her sabah gibi bir sabahtı, çıkarken kapıdan gördüğüm karakuşlarla aynı histi. Akşamına döndüğüm ev bir daha asla sabah çıktığım o ev olmadı. Ve ben büyüdüm.<br />Ellerini izlediğim o akşam, genç yaşlarıma gelmiştim. Neden diye soracak ne güç vardı ne de önemi… Sana soramadığım o soru, cevabını asla bilemeyeceğim o soru oldu hep. Zaman öyle bir aktı ki hikâyeler hastane kokusu kazıdı hafızalara. Görmek istemediğim o yerde kaldı konserve anılar.<br />Ellerini izlediğim o akşam, genç yaşlarımı bitirmeme az zamandı. Kocaman ellerin vardı, dayandığımda tüm ağırlığımı su gibi kaldıracak güç vardı gözlerinde. Sende çocukluğum vardı, sende nedenini soramadığım sorunun cevapları vardı. Bir hikayeyi başlatıyordu varlığın, her ilgili yüze aşık olmaca oyununu tedavülden kaldıran. Ruhumu dudaklarımın arasından dirhem dirhem çektiğin o gün, karaflara koyuldu kanım, tat dedin. Kalmamı istediğin için buradayım ve içiyorum bedenini zehirli bir içki gibi. Ne sen kalacaksın ne de ben… Biliyorsun olmayacak ve dökülecek ellerimizden gelecek. <br />Öyle güzel bakarken bana söylediğin acı sözler sadece canımı yakmak içindi, mahalle arası bir oyunda söylenenler kadar, çocuk değildim. Sen öyle güzel bakarken yalandı fısıldadıkların.. Ayaklarını görmüştüm büyük ve kararlı, sana dokunmuştum. Elimi attığım boşlukta, kokuna burnumu yaslayarak ağladığım günler geçerken, her bir anıyı tekrar tekrar yaşadım. <br />Gittiğin günler o kadar çoktu ki… Yorganımın altında çocukluğumdaki çadıra döndüm her başımı dışarı çıkartışımda sesini duyarak, aklımın bana oyunları çok acı verdi. Anlayabiliyor musun dediklerimi, karaflardan içilen kanımdan daha çok acılar verdi yokluğun. Ölü bebekleri sarmaladım beşiklerde, saçlarımı kestim, yüzümü çizdim, su içmeye gittiğim her an beyaz parkelerde ağladım iki büklüm. Sen bilmedin peki hiç hissetmedin mi? <br />Çırılçıplak ıslanırken o duş suyunun soğukluğunda hıçkırıklarımı bastırırken fayanslara ve kabul ederken yeni isimsiz birini o gece yanıma. Kaç kere intikam aldım senden duymadın mı? <br />Tüm kanlı karabasanlardan ellerimi yıkayarak kurtulmadım. Ama acının her ifadesini çığlıklarla hissettim içimde, damarlarım parçalandı, kan aktı içimden, içim kızardı. Söylenilen tüm sözler ezberimdeydi, tüm resimler, yazılmış yazılar ve söylediğimiz şarkılar. Bir cebime aldım sende tükenen hayatımı öyle yürüdüm ben İstiklalde; sen gitmiştin üstelik. Sana benzeyen insanlar gelip geçti. Ya baş harfi sendi, ya okuduğu okul yahut gevezeliği.. hep birileri benzedi sana, ben hep ağladım. Kim bilir kaç kere kaç kuruşa sattım, teşhir edildi ruhum. Göremezdin, bilir miydin parmağın ucundan iğne deliği akan kanı, yaladım demir gibi tadı. <br />Nedenlerin tükenmişti ya, layık değildin hani bana… Kader yazdın ya… O gündü ben gidiyordum sen kalıyordun, çıkıyordum yanından, cebimde simit ayran üstü para, aynı bakmıştı ya gözlerin karakuşların ürpertisi.. Sana soramadığım nedenler boğazıma birikti, ağlamak üzere bir insanın boğaz acısı olarak kaldın orada. Ve senden çıktığım o gün, bir daha asla çıktığım gün gibi kalmayacaktım burada.<br />Araftı biliyor musun, aradaydım uzaklaşırken, dönerken tekerlekleri zamanın gözlerimde kaldı o tanıdık bakışın… Koca ellerine hastane kokusu karıştı yokluğunda… <br />Şimdi herhangi bir günde ben olduğum gibi duruyorken sen dizlerime yattın, ben ağlıyordum sen uyumuyordun, sen ağlıyordun ben uyumuyordum. İlk defa dinliyordun, ilkinde dinlemen gerekenleri ve susuyordun sen. Diyebileceğin sadece gel demekti. <br />Ben bölünüyordum çocukluğumdaki ip atlamalara, yediğim simit ayrana, avuç içi toplara, banyo fayansında iki büklüm çıplak ağlamalara soruyordum hangi benle geleyim… <br />Nedensizlikler kadar kolaydı gel demeler… Kalacak kadar var mıydım herhangi bir yerde herhangi bir gün sen dizlerimdeyken şimdi… Gözlerimi yumuyorum bu o kızın hikâyesinin mutlu bittiği filmdi hani izlerken bana neden bu filtreyi kullanmışlar diye söylendiğin. İki sonlu filmlerden miydik, o filtre bize reva mıydı ve bizsiz üstümüzden geçerken bedenler buluşmuş muydu yumduğumuzda gözlerimizi…<br />Hiçbir zaman bitmedi ya, tam oldu dediğim o en kuvvetli anda sen gözlerini açtın gözlerime. Hiçbir acı ölümden beter olamazdı. Kaç kere ölebilirdi insan, kaç kere terk edilebilirdi… <br />Yüreksiz de olsam sevebilecek miydin beni, ve elektro şokların kan pompalayabilir miydi parçalanmış damarlardan bitikliğime… Gururum mu, kızgınlık mı, inançsızlık mı daha fazla üzülmem ama verirsen yüreğini parçalanmış yüreğime filtresiz filmlerde esas son olurduk belki. <br />Ben duracağım burada, herhangi bir gün olacak, ceplerim bomboş yüzüm pencereye dönük o sevdiğin binalara bakacağım. Ben duracağım burada sorulardan çok cevaplarımı önemseyeceğim artık ve sen bileceksin, gel demeden kalacak kadar sevdiğinde yüreğin, sana yokluğunda söylenmiş tüm şarkıların bitiş cümlesi olacak gözlerim. <br />Kalan olacak, terk edilen olabilecek kadar cesarete sahip olduğunda belki senin bozukluklarınla benim demir paramı birleştirir bir simit ayran daha yeriz. Bilmediğim bir şeyler anlatırsın bana ve ben göz çukurumda senin el izin yaslanırım sana, sen tutarsın ellerimden o uzun yol boyu… Biz yürürüz…Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-64270538287504098732010-03-31T22:28:00.001+03:002010-03-31T22:28:32.757+03:00Kim Kimden?Aklıma geldi de, tren garlarına dair tuhafıma giden bir şey var. Asla yalnız kalamıyorsun. Aslında içindeki her şey yalnızlığı besliyor ama, yine de içinde bir türlü yalnız kalamıyorsun. İçinde çok insan olduğu için değil; sanırım herkes kendini bir şekilde yalnız hissettiği, yolculuk fikri hayattaki bir çok şeyde olduğu gibi fikirken daha özel ve özgün durduğu için. Çoğu kişiyi tedirgin eder aslında yolculuklar. Fiziken, ruhen, sosyal olarak hatta. Tek kişiliktir çünkü. Ailecek bile çıkılsa bir yolculuğa, hikaye tek kişiliktir. Bazıları bütün bir hayatın böyle olduğunu söylerler, onlar hayatın da başlı başına yolculuk olduğunu düşünen insanlardır, ben buna inanmıyorum. <br />Düşünün tren garı deyince aklınıza ne geliyor?.. Raylar, bavullar, sosisli sandviççiler, pis tuvaletlerde karışmış kolonya-bok kokusu, lacivert üniformalı gişe memurları.. Hepsi de yalnızlığı çağrıştırır. Çok güçlü imgeler. Hem yazarken hem de görsel olarak. Hemen her zaman yalnızlıkla ilgili bir şey üretmek istendiğinde kullanılabilirler. Bu kolaycılık olarak görülebileceği gibi klişelere hakimiyet olarak da görülebilir veya gerçek. Çünkü bir şeyin sanatça çok kullanılması onun gerçekliğini azaltmaz. Ki aslında günümüzde ben kim kimden çalmış önce bilmiyorum. Sanat mı hayattan, hayat mı sanattan? ..Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-23370118182406013642010-01-23T01:14:00.002+02:002010-01-23T01:16:29.239+02:00Kaybetmenin Dayanılmaz Hafifliğiİnsanlar kaybediyor. Her kaybettiğinde bu ders oldu diyor ve bir sonrakinde farklı bir nedenden yine kaybediyor. Sanırım sahip olduğumuz en masrafsız eğitim bu. <br />Kaybedeceğimizi bile bile, oyunlar oynarız bazen. Bana sonu olmayan bir tek şey gösterebilir misiniz? İşte bu yüzden mutsuzluktur en güzel oyun. Kaybettiğimiz de en çok sevindiğimizdir belki de. Her şeye sahip olamayız ki.. Bir insan her şeyin sonu olduğunu bile bile mutlu oluyorsa eğer, durup düşünmeli ve sonunda gelecek olan durgunluğu ya da mutsuzluğu da sevebilmeli. Çünkü her biten oyun yeni oyunların habercisidir..<br />Peki öyleyse gerçekten kazanan kim? Aslında kazanan yok.. Tanrı bile her gün kaybediyor. Hem de bizden çok..<br />O başıboş görünen sokaklar var ya, onların bile bir galibi var aslında. Gece bile olsa, sokak kedileri var belki de yarasalar belki de sarhoşlar.. Belki de sadece kaldırımlar.. Kaldırımsız kalacak kadar yenik bir sokak görseniz bile orada sadece karanlık olduğunu bilirsiniz ve karanlığın kazandığını ilan edebilirsiniz. Yalnızlık diye de bir şey yok, sadece sana benzeyenlerden kaçmaktır onun adı. kaçabilmektir belki de, kaybetmelerin güzelliklerindendir. <br />Öyleyse bile bile mi mutluyum ben? Farkında mıyım yoksa? Hayır bu da değil. Çünkü farkındalık; asla heyecanı olmayan bir oyundur. Nereye gittiğinizi bilirseniz, bazen buna engel olur bazense sadece sürüklenirsiniz. Farkındaysanız eğer, tanrının kaybedişi gibi bir şeydir sizin kaybedişiniz.. En kötü ihtimalle; kazanmayı kaybedersiniz. Tıpkı kendi yazdığınız bir bilgisayar oyununu oynamak, ya da senaryosunu yazdığınız bir filmi izlemek gibi. Bunlar kazanılamaz, çünkü biraz sonra ne olacağının farkındasınızdır. Yarını bilmeyi sevenlerden olamadım ben. Bildiğim şeylerle ilgilenmedim bu yüzden. Sadece düşünmek benimkisi, olasılıkları gözden geçirip kaybedeceğimi bilmek ve kaybetmeyi sevmek. Bence herkes kaybetmeye olan aşkı sayesinde sever sevdiği her şeyi. Bana kaybetmekten korkmadığınız bir saniye söyleyin! Gerçekten korkmamak! Yalnızlığı seven insan bile yalnızlığını kaybetmekten korkar. Kaybetmeyi, bazen kazanmak olarak nitelendirenler bile ölümüne korkar kaybetmekten. <br />Ne kadar garip değil mi? Biliyorum, yarın kaybetmeyi de kaybedeceğim, çünkü hayatımda belki de ilk defa; ben bugün kazanmış hissediyorum.<br />Bence herkes gözlerini açsın ve yarın yeni bir güne uyansın. Uyandığında fark edeceksiniz ki damağınızda hayattan bilmem kaç saniye daha kaybetmenin tadı var. Keyfini çıkarın!Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com2tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-58190730695582762402010-01-02T01:53:00.001+02:002010-01-02T01:56:32.976+02:00Teyze Olmak IBu hayatta evlat olursun, kardeş olursun, arkadaş olursun, kuzen olursun, sevgili olursun, torun olursun.. Olursun da olursun.. Daha milimetrelerle hesaplanan bir şeyi, bu kadar sevmek, özlemle merakla beklemekmiş teyze olmak da.<br />Biricik ve delişmen ablacığın karnında bir şey büyüyor..Nasıl bir şey olacak? Neye benzeyecek? Beni sevecek mi? Büyüyünce ne olacak? Ne çok soru var kafamda.. Sonra o delişmen nasıl anne olacak? Gerçi yeri geldikçe size de annelik yapmıştır, hem de en hasını. Küçükken her ne kadar onunla çok eğlenseniz de az çektirmemiştir size. Yine de hep onunla olmak istenmiş, her korkutması eğlenceli ve her çaldığı patates kızartması, yaramazlık dolu günlerin vaadi olarak sineye çekilmiştir. Ama o ufak nazlanmaların sırası artık ona gelmiştir..<br />Teyze olmak, eczaneden alınan o test sonrasında “ben geliyorum” müjdesini alır almaz dünyayı bir kenara bırakıp, çığlıklar atmakmış. Bir anda hayaller kurmaya başlamakmış daha eli ayağı bile belli olmayan küçücük şeyle ilgili. Kendinize dair her şeyden vazgeçip en iyisini, en güzelini onun için istemek, aramakmış.. Adı olsun, biberonu, emziği olsun, iki hafta giyip atacağı giysisi olsun diye düşünmekmiş.. Halası da olsa amcası da olsa, herkese teyze anne yarısıdır di mi? Teyzeler daha çok sevilir di mi? Hem teyzeler daha yakındır, teyzeler süperdir?" diye zeka yüklü sorular sormakmış. Sahiplenmenin, kıskanmanın ne menem şeyler olduğunu öğrenmekmiş şimdiden..<br />O üzüm tanesi kadarken kalbinin dakikada 150 kez attığını öğrenip, nabzının 250’ye fırlamasıdır teyze olmak. Ve nabzın her attığında onu düşünmek, hiç tereddüt etmeden gelecekle ilgili planlarına yeni birisini katmak, her şeyin ne kadar yalan olduğunu derinden anlamak, onun için dua etmek ve dört gözle geleceği anı beklemekmiş..Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-90575894424619914942010-01-01T23:36:00.001+02:002010-01-01T23:39:32.934+02:00"Yeni"İnsan “yeni” kelimesinin yenilik getireceğine inandığından ve hiç bir zaman yaşadıklarından tam anlamıyla memnun olamayan bir varlık olduğundan ve hep daha iyisini isteyip arzuladığından yeni yıla anlamlar yükler. Bu sebepten sanırım yeni yıla eğlenerek girmek ister. Halbuki önemli olan yıl içerisinde yaşanacaklardır, yani önemli olan yılın başı değil içeriğidir.
<br />Yeni yılın olmazsa olmazları vardır ki bunlar muhakkak yapılır. Bunlardan biri geçen yıla dair analiz yapmaktır. İnsan hatırladıkça iyi ki de bunu yapmışım ya da bu salaklığı nasıl yapabildim der.
<br />Bir diğeri ise, yeni yıldan bir şeyler istemektir ki, bunlar hep sağlık, mutluluk, rahatlık, huzur gibi soyut şeyler olur. Oysa ki, insan hatırlanmaya değecek anılar yaşamak istemelidir. Çünkü bir sonraki yıla girildiğinde, elde kalacak olan şey anılarından başka bir şey değildir.
<br />Yeni yıla nasıl girersen, bütün yıl da öyle geçermiş derler ya.. Ben mutlu girdim. İçimdeki şüpheleri, korkuları, endişeleri, hata yapma olasılıklarını, ruhumu kontrol eden mekanizmaları attım bir gün için bile olsa bir kenara. Şöyle baktım etrafıma.. Ve kaçınılmaz son olarak bir çırpıda geçen o koca yılı değerlendirdim. Bu yıl ne çok şey yaşamışım, ne çok sıkılıp, ne çok eğlenmişim bir yandan.. Ne çok şey öğrenmişim bu hayata dair.. Ne büyük sürprizler beklemiş beni.. Ve ben birçoğuna ne de çok hazırlıklıymışım..
<br />Hani, şu yaşımdan bu kadar gün aldım, şu olmama bu kadar ay var daha denir ya hep, sinir olurum ben.. Ben yeni yılla beraber dolu dolu bir 27 yaşıma adım attım.. Koskoca 26 seneyi geride bıraktım.. 50 dermiş gibi koskoca diyorum ya, çok şey sığdırdım ben bu yıllara çünkü.. Her günümün her saatine birilerini, bir şeyleri ekledim.. Hepsi de güzel günlere gebe olmak, değerli diyebileceğim dakikalar içinmiş.. Dökülen gözyaşlarına, kaybedilen kıymetli insanlara, verilen yanlış kararlara, kırılan kalplere rağmen..
<br />Birçok insan tanıdım ya da tanıdım sandım, bilmiyorum.. Kimisi transit geçti hayatımdan, kimileri asırlık çınar oldu.. Kimileri ise kalıcı olacağının sinyallerini verdi son zamanlarda.. Güven verdi.. İsimleri düşünce aklıma ya da sıfatları gelince gözümün önüne, hepsine bir anlam yüklemiş olduğumu fark ettim.. İyisine de kötüsüne de değer verdiğimi anladım..
<br />Hani insan yaşlandıkça anasını babasını daha iyi anlar, derler ya, doğruymuş. Ölümlü insanın ömrüne endekslediği madde değişimlerinin periyodik tutarlılığına kendince bulduğu kulp olan zaman, insana aslında çok şey öğretiyor. Neden yemekleri yavaş yediklerinden, neden her gün yürüyüş yaptıklarına, her gün mutlaka neden haberleri izlemek zorunda olduklarından, iç çamaşırlarını neden ütüleme ihtiyacı hissetmelerine kadar uzanan bu geniş yelpaze, hayata ve onlara ait ansiklopedik, ama şart olan deneyimlerimize emin adımlarla sahip olmamızı sağlıyor.
<br />Bu hayatta evlat olursun, kardeş olursun, arkadaş olursun, kuzen olursun, sevgili olursun, torun olursun.. Olursun da olursun.. Daha milimetrelerle hesaplanan bir şeyi, bu kadar sevmek, özlemle merakla beklemekmiş teyze olmak da.. (Bir sonraki yazımın da ilk paragrafıdır) Biz böyle bir haber aldık bu yılın sonlarında.. 7 haftalık olmasına rağmen kalbi 150 atıyormuş. Ben onu düşündükçe benim ki 250.. Heyecanlıyım, sadece bekliyorum onu dört gözle..
<br />Bir şarkı vardı..” Yeni bir aşk yeni bir iş yine gülecek bir sebep lazım….” Kendim için doğru olduğuna inandığım, doğru insanların yanında olduğumu hissettiğim için, çok radikal bir karar aldım ve yıllar sonra işimi değiştirdim. Bu, aslında bir gün de verilebilecek bir karar değildi, çünkü benim de herkes gibi hayallerim oldu, koskocaman hem de. Ben büyüdükçe onlar küçüldü, ama asla vazgeçilir olmadılar. Bazen insan işte risk alıyor gözünü karartıp, bazen de kendisini güvende hissetmek istiyor, bir yere ait olmak belki de.. Zaman içinde sırtını yaslayabileceğin insanların olduğu bir yerde çalışmak, orada bir şeyler üretmek daha büyük bir haz sanırım. Ve insanın yaşı ilerledikçe, başka bir tabirle yalnızlaşmaya başladıkça ve bu hayata gerçekten yalnız devam etmek zorunda olduğunu idrak ettikçe, o özgür kızı bırakmak gerektiğini de görebiliyorsun. O özgür kız, aslında senin beyninde dostum deyip, kalbinde kocaman bir yer açıp onu oraya gömüyorsun ve en sevdiğin çiçeklerle arada onu ziyarete gidiyorsun. Hepsi bu.
<br />Yine bir sürü kitaplar okudum, şarkılar dinledim, sayfalar karaladım, yine çok konuştum, yine boş konuştum, çok güldüm, ağladım zaman zaman, kızdım birilerine, kimisine küstüm kimisini ise affetmiş gibi yaptım bu yıl.. Yine verdiğim sözlerin bir kısmını unuttum, ama söylemediğim birçok şeyi de yaptım.. Yine büyüdüm ve yine çocuk kaldım..
<br />365 günde bir, numarasını bir arttırarak kontrat tazeleyen ezeli bir işçi olsa da bu yeni yıl ve o, her yenilendiğinde bizi biraz daha eskitse de, yeni yıl yeni yıl yeni yıl herkese kutlu olsun!..
<br />
<br />
<br />
<br /><strong></strong>Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-1904184371582538662009-12-23T04:46:00.000+02:002009-12-23T04:48:02.113+02:00Ayrılık da sevdaya dahil ama sen yine de çok büyütme..Parmağım sızlıyordu, oyalanacak bir şeyler arıyordum. Gündüz izlediğim Sacramento- Bulls maçının yorumlarını okuyordum. Bir mesajla irkildim gece gece.. “ Şu anda başkasıyla beraber” ..<br />Kim? Ne? Ne oluyor derken daldım konuya. Çok eski bir dost çıkagelmiş, çalmış kapımı.. Kısa süreli bir şeyler yaşamışlar.. Önceleri çok etkilenmişler birbirlerinden, güzel vakit geçirmişler.. Ama iş sevgili olmaya geldiğinde olamamış. Sebepler, sebepler, yerli, yersiz, gereksiz, gerekli.. Sebepleri varmış işte.. Umursamaz görünmüşler, gerçekten de umursamamışlar.. Güzel birkaç ayın ardından, hayatına kaldığı yerden devam etmiş herkes.. Yoğun iş-güç, eğlenceler, aile ilişkileri, hastalıklar, sağlıklar, hayat yani.. Zamanla unutmaya yüz tutmuş bu yaşanan – adı her neyse -.. Hatta başkalarıyla görüşmeye başlamışlar.. Ne de olsa adını bile anmaya korktuğumuz “Aşk” yokmuş aralarında, hiç olmamış ki.. <br />Ve günler günleri kovaladıktan hemen sonra, biri diğerinin “bu gece” başkasıyla beraber olduğunu öğrenmiş.. Yatak ilişkisi mi, duygusal bir şey mi ya da gerçekten bir şey mi bilinmez. Ama içine oturmuş, boğazı düğümlenmiş sanki b r yumru oluşmuş bir anda.. “Bu hissettiğim yanlış, hatta çok saçma! Ama neden böyle hissediyorum ben? Ne olur bir akıl ver bana” dedi.. İşte konuştum durdum kendimce, yazdım, çizdim, söyledim, aslında oyaladım da oyaladım.. En zor şey karışık bir kafaya bir şeyler anlatmak sanırım.. O belirsiz duyguların içine kendisi giremezken, beni sokma çabası yine de bir şeyler yapma isteğime sebep oldu.<br />Sonuçta, içindeki umudu fark etmese de dallandırıp budaklandırarak büyüten eski sevgililere bir şeyler yazmak istedim. Sanırım ben biraz daha az hayalperestim size nazaran. Gerçek, sizin görmek istediğinizden çok başka. İster terk edilen ol, istersen sallamıyor görün, istersen de ondan sonra ki üçüncü kişiyle bir şeyler yaşamaya başla.. Kendine bile itiraf edemediğin, adını bile anmadığın o duygu gelip buluyor seni, sen onu kabul edene kadar. Çok mu bohem bir hayat yaşıyorsun?.. Hiç mi üzülmezsin? Kalbini en son kıran adam yaşamıyor mu artık?.. Bunlar sadece hayata daha çabuk adapte olman için uydurulmuş, kendini kandırmak için kurulmuş, aslında gün geçtikçe hayatını baltalayan booby tuzakları.. <br />Daha da büyük gerçekler ister misiniz? Unutmamakta ısrar ettiğiniz o insan, bu akşam sizden sonraki bilmem kaçıncı insanla bizim mekanımız dediğiniz o yerde hayvanlar gibi yemeğini yedikten sonra, sizinleyken burun kıvırdığı o romantik komediyi de afiyetle izledi. Ya da daha da berbatı, size izlettiği o kimsenin bilmediği tv showlarını karşı taraf için özenle açtı, dev ekranda keyifli anlar yaşadı. Sonra size söylediği tüm o güzel sözleri, yaptığı esprileri güncelleştirerek ona da söyledi. Ve son olarak, koltukta başlamak üzere, bir güzel seviştiler, sevişirken belki de siz geldiniz aklına, ya da gelmediniz bile. Ve şu anda o özlediğiniz, bir anda kıymetli olan, asla vazgeçemeyeceğim dediğiniz insan bir başkasıyla huzurlu bir şekilde uyuyor..<br />Dürüst olmak gerekirse, yazının buraya kadar ki kısmını on dakikada yazdım ama bundan sonra yapılacakları, yapılması gerekenleri en az yarım saattir düşünüyorum. Git keyfine bak sen de, hayatı yaşa, carpe diem, bir kere geliyoruz ya dünyaya demek çok isterdim. Kendi içine düştüğümüz kuyudan, ancak kendi kendimizi çıkarabiliriz, bunu biliyorum sadece. Aç, susuz, kirli, korkmuş olarak o kuyuda gizleniriz, ve arınmış olarak da günler sonra çıkarız. Ayrılık, tatmin edilmeyen duyguları daha da büyütür sadece. Bunun cazibesine kanmamak gerekiyor sanırım..Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-78468291053635632132009-12-21T01:44:00.003+02:002009-12-21T01:47:32.558+02:00Çok Eskiden, Ben Daha Doğmamışken..<p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Kar yağıyor dışarıda. Yeni yıla yaklaşırken, etrafın bembeyaz olması bir anda heyecanlandırdı beni. Yılbaşına, yeni yepyeni tertemiz bir yıla karlar içinde girmeyeli ne çok zaman oldu.. Ne çok zaman oldu sobalarda kestane pişirmeyeli, çay demlemeyeli, evin içinde koşuştururken sobanın önündeki taş bölmeye takılıp düşmeyeli.. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Çok eskiden sobalar vardı çıtır çıtır ses çıkaran.. Çocukların içine ne bulduysa attığı, sonra da yanmasını izlediği.. Doğalgazlar, kombiler bilinmezdi. Aidat ödenmezdi. Asansör masrafından, <span style="mso-spacerun: yes"></span>apartman toplantılarında kavga edilmezdi. Yönetici seçilmezdi. Sadece komşuculuk yapılırdı kapı kapı dolaşılıp. Taze salça, turşu, reçel, lokma dağıtılırdı evden eve. Paylaşılırdı. Komşuda pişen, herkese düşerdi..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Kış gecelerinde masal anlatılırdı. İsmini aldığımız dedelerimizin, ninelerimizin hikayeleri söylenirdi uzun uzun.. Onların şarkıları öğretilirdi. Gündüzden yaptığımız kardan adam seyredilirdi geceleri pencerenin önünde. Sırılsıklam olana kadar gelinmezdi eve, annenin camdan bağırmalarına rağmen. Üst-baş değiştirilir, çift çorap giyilir, sahlep içilirdi. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Geceleri sokaklarda bekçi düdükleri duyulurdu. Karanlık ve ıssızdı caddeler. Çıt çıkmazdı. Araba farlarının değil de, rüzgarda sallanan ağaç dallarının gölgeleri vururdu duvarına. Onlara baka baka dalardın uykuya. Anne sesiyle gözünü açana kadar, mışıl mışıl, huzurla..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Sokaklarda oyun oynanırdı. Ağaçlara tırmanılır, dut toplanırdı. Bebekler bezden dikilir, hastalandığında ameliyat edilirdi. Silahlar tahtadandı, kimsenin canı acımazdı. Lastik atlanırdı kendi şarkıları söylenerek, çember çevrilirdi sonra.. Hafta sonları, küçük kardeşlerden gizlice kaçılıp sinemaya gidilirdi, akşamları kıyamet kopacağı bilinirdi.. <span style="mso-spacerun: yes"></span></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Sular musluktan içilir, doktorlar eve gelirdi. Her akşam babayla yemek yenirdi. Arkadaşının doğum günü partisi için hafta başından izin istenirdi. Ve o cumartesi iple çekilir, bayramlıklar giyilir, hediyeler ellerinle paketlenirdi. Doğum günlerinde kola ve fanta karıştırılıp içilir, mumlar hep beraber üflenirdi. Akşam beş oldu mu herkese veda edilirdi.. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Çok eskiden, bulutlar bir şeylere benzerdi. Bir arabaya, bir kırlangıca, bir koyuna.. Yıldızlar ise, daha parlak, daha yakındı sanki dokunabilecekmişçesine.. Hayaller daha gerçek, gerçekler ise daha hayal gibiydi..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Şimdi mi?.. Şimdi kar yağmıyor, bulutlar bir şeye benzemiyor, turşu marketten alınıyor, çıkılacak ağaç bulunmuyor.. Şimdi herkes çok yorgun. <span style="mso-spacerun: yes"></span></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;font-family:arial;" ></span></p>Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-42355399167277428972009-12-07T02:22:00.001+02:002009-12-07T02:26:36.120+02:00For My B.B.B<p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Zormuş be.. Başlayamadım saatlerdir, günlerdir, haftalardır.. Bir harfini bile silmeden yazmak var bu yazıyı ama.. Ama ellerim titriyor sanki.. Yanlış cümlelerden, imla hatalarından, büyük ünlü uyumuna uymayan kelimeleri kullanmaktan korkuyorum.. Cümlenin, öğelerine ayrılırken aslında ayrılamayacağını anlamasından korkuyorum.. Bu yazının asla bitmeyeceğinden, çünkü korkularımın hepsinin, senin olmadığın zaman dilimlerine ait olduğunu anladığım andan beri korkuyorum..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Aristo’nun “Dostluk bir ruhun iki ayrı bedende yaşamasıdır” derken, O’nun haklı çıkacağından korkuyorum ve giderken serçe parmağımı, sol dirseğimi, gözbebeklerimi, beynimin en çok çalışan, kalbimin en hızlı atan hücrelerini de alıp götürmenden korkuyorum.</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Başka konuşacak kimsem olmadığından değil, sessizliğimi paylaşamayacağımı bildiğim için korkuyorum..Konuşmak zorunda olmadan, gözlerimi kaçırmadan, salt ben olarak, en çirkin halimle, en gerçek yüzümle, en mahrem sırlarımla, bazen de zavallılığımla baş başa kalmaktan korkuyorum..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Aklıma geldiğin anlarda, içim katılmasın diye bir şeyler yapmayı düşünüyorum, ama o anlarda aslında sadece bir kavanoz Nutella bulamamaktan, sabahları krep yapamamaktan, sinemaya giderken yılan jelibonlardan alamamaktan, <span style="mso-spacerun: yes"> </span>bir kadeh rakının yanına koymak için saatlerce balık ayıklayamamaktan ve patlamış mısırlarımızı fazla tuzlayamamaktan korkuyorum..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Güzel bir filmi ikinci kez seninle izlerken dialogları tekrarlayamamaktan, o en sevdiğim sahneyi sırası gelmeden anlatamamaktan,<span style="mso-spacerun: yes"> </span>aklıma geldiğinde ditektif diye bağıramamaktan, kendimi seninleyken olduğu gibi bir daha julia roberts gibi hissedememekten, sadece seninle kurduğumuz romantik-komedi dünyamızın dramatik bir filme dönüşmesinden korkuyorum..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Sadece alkışlandığım zamanlarda değil de; dünyanın üstüme geldiği anlarda da koluma girememenden korkuyorum, teklifsiz kefilini bulamamaktan korkuyorum günahlarımın ve yegane şahidini ve senin tarafından kalabalıkken övülüp yalnızken sövülemeyeceğimden korkuyorum, en derin yaralarımı sana bir daha kanatamamaktan.. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Daha ben kendimi tam sevememişken beni karşılıksız seven, tanıyamamışken beni benden iyi tanıyan birinin varlığına inanamamaktan, bu kadar farklı olup da bu kadar aynı hissedememekten korkuyorum..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">İhtiyaç duyduğumda müşfik kollarına atılamamaktan, göğsüne saklanamamaktan, bitkin başımı sana yaslayamamaktan, kanayan ruhuma merhem olamamandan korkuyorum.. Nedenlerini bilsen de ağlamam bitene kadar bekleyen anlayışlı, titreyen sesimi ve anlaşılamayan cümlelerimi dinleyecek kadar sabırlı, acımın tamamını yük edinebilecek kadar cömert birini bulamamaktan korkuyorum.. Ve ben ağladığım zaman, gözlerinden yaş gelebilecek başka kimsem olmadığından, gözyaşlarımda boğulmaktan korkuyorum.. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">En çokta sana, seni ne kadar çok sevdiğimi bir daha gösterememekten, hayatımda çok büyük bir şey olduğun için teşekkür edememekten <span style="mso-spacerun: yes"> </span>korkuyorum.. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Seni çok seviyorum be!.. Git de gel hemen..</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><?xml:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /><o:p><span style="font-family:arial;"> </span></o:p></p>Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-44969500658274079532009-11-27T03:26:00.007+02:002009-11-27T03:37:20.858+02:00Derken Birgün Bir Mısraya Takılıp Düştüm<p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%"><span style="font-family:arial;">Piyanoyla başlıyor titremeler bütün bedenimde benim, olmadı bir kemanla, bazen de o tenorun uzaktan uzağa gelen çığlığıyla. Dokuz sekizlik hıçkırıklar hissediyorum önce. Tınıların ciğerlerimi ağrıtan o acısının hemen arkasından gelecek olan fırtınanın resmine dair ipuçları, boya adları, fırça tipleri, paletteki kırmızının tonları var aklımda. Gözyaşının, her aşkın izlerini, bir başka aşkla yok etmeye çalışan milyarlarca insanın yıllardır biriktirdiği her şeyi paramparça eden bir şey olduğunu bilerek, yağmur gibi, dere gibi, şelale gibi ya da belki sadece aklımdan oluşturduğum, belki sadece düşlerimde yarattığım bir su birikintisi gibi, beni de içine çekmesini hayal etmekten iki adım öteye geçemiyorum binlerce kelimelik cümlelerimde.<?xml:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /><o:p></o:p></span></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%"><span style="font-family:arial;">İçimdeki susuz toprakları yaratanın kendim olduğunu bile bile, bundan kaçmak istercesine ve sorumluluğu başkasına yüklermişçesine meydana getirdiğim bulutları salıyorum üzerlerine. Dökülsünler, boşalsınlar, akıtsınlar ki bir parça daha ruh katsınlar. Sonra ağlıyorum, kayboluyorum damlaların içinde ve damlalarım kayboluyor yeryüzünün herhangi bir yerinde. <o:p></o:p></span></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%"><span style="font-family:arial;">Benim sevmeme engel evcil acılarım var ve <span style="mso-spacerun: yes"></span>acıya dayanabileceğim bir de eşik değerim. Herkes de olduğu kadar ama. Geceyle baş başa kalamıyor, yürürken sol tarafımı boş bırakıyor, gülümsememin bir kısmını saklıyorum. Her biri endişeden. Uyuşturulmuş bedenler, oyuncak ruhlar, anti-depresan yüzler var yanı başımda ve kulaklarımda yüz yıldır yerleşik olan çığlığın ilk sahipleri gibi birikmişler etrafımda, parçalarımı almaya çalışıyorlar sanki. Buna engel olmaya çalışmıyorum, çünkü benim sevmeye engel evcil acılarım var. Uçaktan atladığımda bile peşimi bırakmayan, koşa koşa ormana girdiğimde bile peşimi bırakmayan, uçsuz bucaksız denizlerde yüzerken bile peşimi bırakmayan, yatağın altına girdiğimde bile peşimi bırakmayan.. <o:p></o:p></span></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%"><span style="font-family:arial;">Ben bu yeri arıyorum. Durmadan, koşar adım, şehirden şehre, rejimden rejime değişmeden. Gerçeksem üstüne, hayalsem ötesine dokunma arzusu içinde. Hem saçma hem de sütlü kahve tadında. Ve noktayı bekleyenin anlamaması için eklenmiş tonlarca gereksiz kelimeyle dolu bir yazı daha. <o:p></o:p></span></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" ><o:p></o:p></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" ><o:p></o:p></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" ><o:p></o:p></span></p>Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com5tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-47994852668963761642009-11-26T22:43:00.005+02:002009-11-26T22:49:46.278+02:00Fransız Şarabı, Böcek ve Kafka<p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Saçma sapan duygusala bağlayabilirdim bugün. Yorgunum. Uykusuzum. Kocaman bir stadyumun ortasında gol atılmış da herkes sevinirken ben onları izliyormuşum gibi sanki. Şaşkınım. İnsanların yaşadığı hayatları, içlerinde barındırdıkları değerleri izliyorum. Anlamlandırmaya çalışıyorum. Bunun için zorlanmıyorum ama sanki bir tarafından, ucundan ya da köşesinden zarar görüyormuşum hissine kapılıyorum.<span style="mso-spacerun: yes"> </span>Ve aynı sayı doğrusunda zarar veriyormuşum gibi. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Kendime yabancılaşmaya başladım birkaç<span style="mso-spacerun: yes"> </span>zamandır. Aşırı bireyselleşmenin vermiş olduğu bir yanılsama bu. Geçici. Bir anda her şeyden uzaklaşıp da kendinle baş başa kaldığın anda ortaya çıkan bir tür sanrılar dünyası. Her gün geçtiğin sokağa, kafanı bile kaldırmadan yürümekle başlıyor. Ve bir sabah uyandığında kör olduğunu fark edip, yine de bunu garipsemeden, her şeyin yerini bilerek, giyinip, çıkıp aynı yolda ilerleyip, aynı köşeden dönebilmeyi ve aynı arabaya binmeyi getiriyor beraberinde. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Daha sen kendini tanıyamazken, insanların seni anlamasını bekliyorsun. Üstelik yanlış anlaşıldığın da buna şaşırıyorsun. Kendini kendine bir katman daha yabancılaştırıyorsun. Sonuç olarak, elimizde “öz” olarak tuttuğumuz şey nedir? Eğer toplumsal değer yargıları, ahlak kuralları gibi haller ise onlara yönelik bir şey değil söylemek istediğim. Ama eğer kast ettiğim şahsın ta kendisi ise, kendi öz varlığını oluşturup da bu öz varlığa mı yabancılaşması mesele? Yine sorular getiriyor beraberinde. <span style="mso-spacerun: yes"></span>Mesela bu öz varlık statik midir ki değişime uğradığında bir yabancılaşma hissediyoruz? Mesela Kafka’nın Dönüşümü’ndeki Gregor’un bir sabah uyanıp da kendindi böcek olarak görmesi, onun kendine yabancılaşması mıdır? Kendin kendine ne kadar kendinsin ki?-ki asıl soru bu sanırım.</span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="font-family:arial;">Bu sabah uyandığımda kendimi böcek gibi hissettim ama bunun değişik dinamiklere bağlı olduğunu biliyorum. Kendim diye kabul ettiğin iyeliğin asla statik olmadığını biliyorum. Ve her yeni durum karşısında oluşan yeni kendime olan adaptasyonumun, aslında kendime yabancılaşma olmadığını, sadece belirli bir süre için alıştığım kendimin eskide kaldığını düşünüyorum. Kader denilen ucu sonsuzluk olan kavrama tutkuyla bağlıyım. Ve kendimin gerçekte irade çekişmelerinden ve çakışmalarından oluştuğunu öğrendim. Ortaya benliğimi çıkardığını anladım. Kendim olmaya çalışmanın ise asla durağan olmayan bir ivmede ilerlediğinin farkındayım. Dolayısıyla kendime yabancılaşma tabirini haddi zatında reddediyorum ve o böceği güzel bir Fransız Şarabının yanında meze olarak yiyorum. Ve bu yazının sonunda, ilk paragrafa başladığım yerde olmadığım için kendimi biraz daha seviyorum. <span style="mso-spacerun: yes"></span></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="mso-spacerun: yes;font-family:arial;" ></span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><?xml:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /><o:p><span style="font-family:arial;"></span></o:p></p>Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-11983423788688286452009-10-29T21:05:00.004+02:002009-10-29T22:49:36.564+02:00Adım Adım<p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" >Birkaç kez aşık oldum. Bir keresinde yağmurun altında ağladım. Koşarken yere düştüm, yine kalktım. Şemsiyem uçtu. Peşinden koştum. Kendimden vazgeçtim sonra. Sonra da kendimden vazgeçmekten vazgeçtim. Cümlelerin başını süsleyip , sonunu unuttum. Unuttuğum sadece gerçeklerdi. Benim adı Aşık Veysel. </span><?xml:namespace prefix = o ns = "urn:schemas-microsoft-com:office:office" /><o:p></o:p></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" >Aldattım. Bir dakikasında bile pişman olmadım. Ve ağlattım. Benim için gözyaşı dökenlerin yüzüne kezzap attım. Cayır cayır yanmalarını izlerken puro içtim. Dumanımı ciğerlerimin en derin yerinde sakladım. Kimse bulmasın, kimse kusmasın diye. Benim adım Brütüs. </span><o:p></o:p></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" >İnsanlara umut verdim. Verdiğim umutları geri aldım, yarım baget ekmeğin arasına koyup yedim. Üstüne ağrı kesici içip uyudum. 19 yıl boyunca uyanmadım. Uyandığımda çürümüştüm. Benim adım Jan Valjean. </span><o:p></o:p></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" >Az yedim, çok içtim. İçki ayırmadım bazen. Bazen de dans ettim türk sanat müziğinde. Bardaklar kırdım duvarlarda. Toplarken ellerimi kestim. Akan kanlar tüm bedenimi sardı. Benim adım Madam Despina. </span><o:p></o:p></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" >Gözlerimi kapattım bazen. Karanlıklara gömdüm kendimi. Uzun koridorları arşınladım. Tırnaklarımla duvarları kazıdım. Çıkan sesten saç diplerim ürperdi. Gidip kestim. Dökülen saçları evimin bahçesine gömdüm. Benim adı Zorro. </span><o:p></o:p></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" >Rüyamda Jim Morrison’ı gördüm. Sabah uyandığımda okyanus yıkadı beni. Doğruldum, birkaç şiir okudum. Birini hemen unuttum. Diğerini çayıma şeker diye kattım. Eridi. Son şiiri ezberledim. Son mısraya geldiğimde ağlıyordum. Benim adım Sensei-San.</span><o:p></o:p></p><p><span style="font-family:arial;">Bana tepeden baktılar, bir aptal gördüler. Bana aşağıdan baktılar, bir Tanrı gördüler. Ve bana tam karşıdan baktılar, kendilerini gördüler. Benim adım Charles Manson.</span></p><p><span style="font-family:arial;">Aynaya baktım. Tükürdüm yüzüme. Duvardan yere kadar uzadı salyalarım. Bir kelebek uçarken salyama takılıp düştü. Yerden aldım. Avuçlarımın içinde çırpınırken üstüne tükürdüm. Acı çekmesin diye değil, boğulan kelebek görmek için. Benim adım George Bush.</span></p><p><span style="font-family:arial;">Sek sek oynayarak yalanlar söyledim. Herkese hikayeler anlattım. Çoğunu unuttum. Sonra da unuttuğumu unuttum. Diyar diyar gezdim. Türlü türlü insanlar tanıdım. Hiçbirini sevmedim. Sevmiş gibi yaptım. Sevişmiş gibi yaptım. Benim adım Nasreddin Hoca. </span></p><p><span style="font-family:arial;">Hastalandım. Gözlerim kör oldu. Körebe de hep ben kazandım. Kötürüm kaldım. Uzun atlamada şampiyon oldum. Kaşarlı tostun arasına dilimi koydum. Dilsiz kaldım. Kafayı yedim. Beynimi oltama yem yaptım. Kalbim kırıldı. Direk çöpe attım. Acılarımla beslendim. Benim adım Quazimodo. </span></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><span style="LINE-HEIGHT: 115%;font-family:arial;" >İsmimin anlamını bildim bileli güldüm. Her mevsimde, her havada, her şartta değişen, bir gözyaşı tanesiyle açılan, siyah boğazlı bir kazakla kapanan bir renktim ben. Renklerin içinde asla gerçek tonunu tutturamayan tek renktim. Bütün renkler bendim. Asıl adım Ela idi.</span><o:p></o:p></p><p style="MARGIN: 0cm 0cm 10pt" class="MsoNormal"><o:p><span style="font-family:arial;"></span></o:p></p>Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-43786930155415493382009-10-11T23:33:00.001+03:002009-10-11T23:38:27.155+03:00Haşmet, Reha ve BenGece hayatından uzak kaldığım haftalar boyunca düşündüm de, bir eksiklik gediklik var mı diye..yokmuş! Dün akşam çok sevdiğim birinin deli gibi kalabalık doğumgünündeydim. Aklımın alamayacağı kadar çok insan, çok alkol, çok entrika, çok dedikodu, çok çok çok… içtim :)<br />Enteresan olan hiçbir şey değişmemiş. Hala sevgilisi olanlara fesat gözlerle bakılıp, yalnız olanlara sinsi sinsi yanaşılmaya çalışılıyor. Ve toplumun –zaten bildiğim- korkunç ikiyüzlülüğüyle bir kez daha karşılaştım. Kadın ve erkek arasındaki ayrım, sanırım modern hayatla beraber daha da kocaman bir boşluk haline geliyor gün geçtikçe. Bahsettiğim konu çapkınlık. Aslında çapkınlık bir ihtiyaçtır, bir nefes, bir moladır. Ama türleri var tabii. Zararlı olanları, zararsızları ve gereksizleri.<br />Kadınlar birkaç bakış attığında etrafına hala farklı algılanıyorlar ve erkekler bunu yaptıklarında hatta işi çok çok daha ileriye götürdüklerinde itibar sahibi oluyorlar. Erkeklerin çapkınlık nedeni aslında özgüven eksikliğinden gelir. Daha çok beğenilmek, daha çok ilgilenilmek, çevreleri tarafından konuşulmak isterler. Ama kadınlar farklıdır. Onlar şefkat, sevgi çapkınıdır. Hiçbir erkek gereksiz bir kadınla bir gece geçirdim diye üzülmez, bunu dert etmez. Bu kadınların pişmanlığıdır. Bir geceden fazlası olmayan yani one night stand bilemedin two night stand ilişkilerde erkek bir artı daha kazanırken, kadınların hanesine eksi yazılır.<br />Gözlemlediğim kadarıyla, güzel bir kadını karşısına almayı başarabilen erkek çok fazla konuşmuyor. Genelde anlamlı anlamlı bakmaya çalışıyor ve kadının garson modelliğini üstlenerek sürekli içkisini tazeliyor. Gözlerinin içine bakıyor. Ama karşısında çirkin bir kadın varsa, zaten ceptedir güvencesiyle daha çok konuşup esprilerine espri katarak kadını daha da hayran bırakmaya çalışıyor kendisine. İçki falan da ısmarladığı yok. Kendisi daha fazla içmeyi tercih ediyor. Şu abuk subuk “çirkin kadın yoktur az votka vardır” baskılı t-shirtleri giyen tiplemeler bunlar.<br />Neyse kendime barda nihayet bir yer buldum ve oturdum. İşte saat 2 ye falan geliyordu. Konu konuyu herkes de iyice bir açmış. Kadınların en büyük sırlarını açmaya başlamışlar bile. Ah ahhhhh ne büyük hata!! Eski sevgili konusu erkek için dayanılmaz bir fırsattır. Konuyu illa ki döndürüp dolaştırıp oraya getirirler ki zayıf noktadan vurup, verdikleri o birkaç saatlik yoğun şefkatle amaca ulaşabilsinler. Ve benim zayıf bünyeli kadınlarım, birkaç shot ardından hep bunu yerler. Neyse iyice kulak kabarttım. Durum aynen yukarıda bahsettiğim şekilde erkek için emin adımlarla ilerliyor. Ha bu arada avcı, avının tuvalete gitmesinden istifade etrafa “ben bu kadınla değilim yanlış anlamayın, aslında boştayım” bakışları da fırlatmayı ihmal etmez. Ben de tabii bundan nasibi alıp Baileys’ime gömülme, telefonla konuşma numarası ya da ben aslında sizi değil arkanızdakileri dikizliyorum numarasını bol bol yaptım.<br />Sonuç mu? Kadın tuvaletten geldi ve adam kadını taksiye bindirmek için gidip bir daha hiç gelmedi. Ben çok eğlendim dün gece. Bu bahsettiğim mevzuların yarısından fazlası, birden fazla kişiyle başıma geldi. Hepsine Raid sineksavar sıktım gülümseyerek ve huşu içinde evime geldim. Bir Pazar klasiği olarak, ben annemle kıymalı börek yerken o kadının kendini başının etini yediğini düşündüm. Pehhh! Eski romantiklerden bir Haşmet, bir Reha bir de ben kaldım valla..Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com1tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-52677142032693166462009-10-04T23:30:00.005+03:002009-10-04T23:43:46.290+03:00Yrm YmlkSabah alarm çaldığı anda yarısında kapattım ve fırladım yataktan. Yarım bardak kahve içip çıktım evden. Kapının üstünü kilitledim, altını unuttum. Tek pabucumun bağcığına basarak bindim dolmuşa. Yolun yarısında oturdum. Kitabımın beşinci sayfasında da iniverdim. Yoldan bir kahve daha aldım. Şekerleri kasada bırakıp çıktım. Ofise yürüdüm sakin sakin bir sigara yakıp. Aniden telefonum çaldı ve sigaramı yarısında atıp hızlandım. Bu sırada yağmur bastırdı. Birkaç yudumdan sonra buz gibi oldu kahvem. Onu da savurdum bir çöp konteynerine. Islandım çok. Bir taksi çevirdim boş olan tek elimle. Bindim. Kısa sürede indim. Arkadan arabalar sürekli korna çaldığı için para üstünü almadım.<br />Merdivenleri ikişerli indim. Masama oturdum. Birkaç telefon konuşmasından sonra kahvaltı söyledim. Yarısı zeytin ezmeli diğer yarısı sürme peynirli simit. Bir parça yedikten sonra işe daldım. Simitler öylece kaldı. Çayımın şekerini bir saat sonra karıştırdım. Şekerler erimedi. Bir doğum günü mesajı atmak istedim, ama bir sürü mail geldi. Mesaj yarım kaldı.<br />Tuvalete girecek fırsat buldum. Tesadüfen Uykusuz buldum tuvalette. Bir sayfa okudum. Mutluluktan kendimden geçmişim. Kapıyı vurdular. Hüzünlü bir şekilde dergiyi yarıda bırakıp çıktım.<br />Bir ara gözüm camdan dışarıya takıldı. Hava kararmış. Günü, gündüzü, güneşi yine kaçırmışım. Çıktım işten. Yolda küçük bir çocuk mızıka çalıyordu. Onu dinledim. Parçanın en sevdiğim yerinde otobüs geldi. Bindim. Yolun yarısında oturdum. Ne dergi açtım, ne de kitap. Yollar bile kısalmış sanki. Bir anda evde buldum kendimi.. Duş aldım. Saçlarımı duruladım mı emin değilim. Annemle konuştum biraz. Yemek yaparken yarısında telefon çalmış. Sohbete dalıp dolmayı yakmış. Odama geldim öylece. Pijamamın üstü farklı altı farklı. Oturdum yatağın kenarına.<br />Çay demlemeye, hayal kurmaya, aşık olmaya, cesurca bağırmaya, basıp gitmeye korktum. Yarım kalır diye. Öylece durdum. Yarım yamalak. Bu yazıda sanki yetmedi içimdeki yarım kalan boşluğa. Sanki yarıda kaldı.Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com0tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-60355812508086583752009-09-27T01:53:00.000+03:002009-09-27T01:54:38.984+03:00Bilimsel Olmayan Bir Yazı : İnsan TürleriKaç kişiyiz? Beş milyar mı altı mı, daha mı fazla? Güvenmiyorum nüfus sayımlarına. Çokuz sadece bunu biliyorum. Ve çok çeşitliyiz. Gazetelerin en arka sayfalarında, hani “dünyadan” başlıklı yerde, her gün yeni bir böcek türü bulundu deniyor ya da kunduz türü ne bileyim penguen ya da. Ama penguen olmaz, onların soyu tükeniyordu 4. sayfada onlar :)<br />Bence her gün yeni insan türleri çıkıyor. Zamanı gelince de soyları tükeniyor elbette. Nedenlerini sonuçlarını bilebiliriz, anatomik ya da astrolojik olarak inceleyebiliriz, varoluşlarını iklim değişikliğine bağlayabiliriz ya da sadece uzaktan izleyebiliriz. Temelde iki tane “meşru” olarak düşündüğümüzde. Kadın ve erkek. Ardından alt kolları onların da alt kolları ve onlarında ve ve..<br />Bugün evden çıkmayacağımcılar-evde oturmaya tahammülüm yokcular, sisteme karşı çıkanlar-sistem analizinden vazgeçmeyenler, diziciler-sinemacılar, ne oldumcular-bir bok olamadımcılar, alıcılar-vericiler, youtubecular-facebookcular, romantikler-aromantikler-aromatikler, ne olduğunu bilmez krizlerin eşiğinde olanlar-ne olduğunu bilmez farkında olmazcılar, anakuzuları-motherfuckerlar, veresiyeciler-peşin satanlar vs vs..<br />Bu cumartesi gecesi yine bazı evlerin ışıkları yanıyor, bazılarının ki uzun saatlerdir kapalı.. Bazıları da yanıp sönüyor ara ara. Acaba hangisinde yukarıda saydıklarımdan bir ya da ikisi sohbet ediyor ve acaba ne konuşuyorlar?.. Merak içindeyim.Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com3tag:blogger.com,1999:blog-4384522568962696162.post-18593365958767522872009-09-26T01:07:00.003+03:002009-09-26T01:19:44.867+03:00Genelde GenellememBir fıkraya göre cennette polis İngiliz, aşçı Fransız, araba mekaniği Alman, organizatör İsviçreli, sevgili de İtalyan olurmuş. Cehennem de ise aşçı İngiliz, polis Alman, araba mekaniği Fransız, organizatör İtalyan, sevgili de İsviçreli. Ne demek istiyor bu fıkra bize, pek de komik olmayan bu haliyle? Genellemeler hayatımızın her alanında var, ve bizi etkisi altına alıyor. Çünkü gerçekten biliyoruz ki bir İtalyan sevgilin olursa sırtın yere gelmez :)<br />Neyse konumuz bu değil. Genellemeler dediğimiz şey nedir aslında, deneyimlerimizin ya da anneannelerimizin bize öğrettiği önyargı topakçıkları değil mi?.. Kanımca bizi çoğu zaman iyi hissettiren, bazen yanlış yollara sürükleyen, kimi zamanda haklı çıkaran öbekler bunlar. Genellemeler değişkenlere bağlıdır. Hayatımızda karşımıza çıkanlar ise tamamen yanlı düşündüğümüz değişkenlere bağlıdır. “Erkekler çapkındır”.. Eğer aldatılan bir kadına sorarsan bunu, kesinlikle katılır. Aldatılmamış ya da aldatıldığından haberi olmayan kadına sorduğunda, durumu profesyonelce tartışır ve sonuçta reddeder. Ve aldatan kadına sorarsan çekimser kalıp gülümser ve ardından feminist tavırlara bürünüp kadın-erkek eşittir, herkes isterse çapkın olabilir diyerek konuyu kapatır. Yani aslında genelleme dediğimiz şey külliyen yalandır. Tabii bu tamamen benim fikrim, bir genelleme yok :)<br />İşte bazen, hepimiz bu genellemelerin ardına saklanıp mutluluğu ararız. Ya da daha doğru bir anlatımla, genellemeleri genelde kabul ederek, genellemeyi yaratan kitlenin içine dahil olmak isteriz. Mutsuz ilişkiler yaşamış bir adamın, sıradan olmayan bir kadına yaklaşımı nasıl olur mesela?.. Veyahut nasıl olmalıdır?.. Kendini koruyarak elbette.. Her canlının doğasında olan bir şey bu. İlk kez ateşi ya da tekerleği bulan toplumlar kadar olmasa da, bir yabanilik hatta aksi bir ukalalık olması normaldir. Çok kadın gördüm ben havaları, kadınlar aslında zeki değildir, kadınlar duygusal yaratıklardır, kadınlar kötü araba kullanır, kadınlar şöyledir böyledir….<br />Artık sempatik tavırlar bir işe yaramıyor. Maymun gözünü açalı iki milenyum geçti. Tekerlek dönen bir şey, ateş yakan ve kadın düşünen..Sevgiler..Lalahttp://www.blogger.com/profile/14832043762844537105noreply@blogger.com4