25.11.10

Özrüm mü kabahatimden beter olan yoksa tavuk mu yumurtadan çıkar?

Kimileri insanın kendisiyle konuşmaya başlamasını şizofreniye ilk adım olarak adlandırabilir. Ancak bu konuşmalar her zaman yüksek sesle yapılmaz. Herkesin iç sesi, yaşam mekanizmasıyla doğru orantılı biçimde çok, az, uyuşuk, lanetli ya da küskün olabilir. Ama inanıyorum ki hiç kimsenin kendisiyle konuşmadığı hiçbir an yoktur. Bu ölünceye dek de böylece sürer gider.
İç sesimiz vardır, çünkü kimi zaman ondan fikir alırız ya da ona akıl veririz. Bazen susturmaya çalışırız, bazen de durdurmaya. İç sesime, dış sesimden daha ağırlık verdim ben.O, bizim gerçeğimiz sanırım, kaçamadığımız, kurtulamadığımız ama aslında özünde onsuz yapamadığımız duygularımızın, gerçekliğimizin ta kendisi.
Ben blogumu ihmal ettim uzunca bir süredir. Çünkü dış sesimin o kadar çok konuşmaya, kavga etmeye, mücadeleye, susmamaya ve susturulmamaya ihtiyacı varmış ki; içimden geçen sesi hiç konuşturmadım. Duygularım gibi onu da bastırdım. Belki biraz da ona ihanet ettim ve o yokken birçok yanlış yaptım, yine birçok kez akıllandım ve bugün onu yine dinlemeye başladım. Başlamaya karar verdim. Çünkü onsuz yaşamak istemediğimi anladım ve böylelikle bloguma da geri döndüm.
Bu yazım, tamamen duygularımı, saçmalıklarımı, yaratabildiğim ya da fark edebildiğim kadarıyla benliği yansıttığım bu sayfaya bir özür yazısıdır. Dolayısıyla kendime..Çünkü insan önce kendisine yaptıkları ve kendisine yaptırılmasına izin verdikleri için kendinden özür dilemelidir.
Özür dilemek bana çoğu zaman çok boş geliyor aslında. Çünkü ortada bir hata varsa birine ya da bir şeye karşı mutlaka bilinçli yapılmıştır ya da bilinçli söylenmiştir. Ama o kadar çok bahanenin altına sığınırız ki; çok içmiştim, uykuluydum, çok yorgundum, başka bir şeye kızmıştım.. Böyle zamanlarda özür dilemenin anlamı yoktur. Yürekli olmak lazım bu hayatta. Kabul etmek lazım. Böylece kendine ve karşındakine olan saygını da korumuş olursun.
Ben, uzun zamandır kendimi dinlemiyorum. Hani derler ya bir yerin ağrıdığında kendini dinleme o zaman ağrını hissetmezsin diye.. Bir şeylerin üzerine düşünmediğin ve detayları kurcalamadığın zamanlarda ruhen ve hatta fiziken daha rahat oluyormuşsun gibi geliyor insana. Ancak zaman içinde her şey öylesine birikiyor ki, ve öylesine içinden çıkılmaz bir hal alıyor ki.. Hani bir yerini kesersin de küçücüktür, gözle bile görülmezken gün içinde sürekli zonklar ve o anlarda hatırlarsın kestiğin parmağını ve kesme anını.
Evet kendime bir özür borcum var. Duygularımı dinlemediğim için, ya da kulak asmadığım, görmezden geldiğim için. Kendimi önemsemediğimden dolayı bir sürü kalp kırdığım için. Ve en önemlisi olmam gereken yerde olmayıp, kafamın derinliklerinde kaybolduğum için. Beni ben yapan ruhumu makina sandığım bedenimde başıboş dolaştırıp, en önemlisi kalbimi unutup ama sonunda sadece kuş beyinli olduğumu anladığım için.
Kendimdeyim, benimleyim işte. Yazıyorum, çiziyorum. Bir çırpıda dinliyorum içimi ve bir solukta dökülüyor kelimelerim kolayca. Yazımın başında özür dileyeceğim dedim ya dilemeyeceğim. Ben o klişelerdenim. Bundan da ders alıp, -yine unutacağım ama- özür dilemeyeceğim. Bilerek terk ettim kendimi ve pişman olup geri döndüm. Belki yine giderim, işte bu yüzden özür dilemeyeceğim ne kendimden ne de başkalarından. Çünkü yine yapacağım, yine canımı acıtacağım ve yine geri döneceğim. Tıpkı size yaptığım gibi. Bir gün..

1 yorum: